31 Aralık 2010 Cuma

Kemerlerinizi bağlayın.

Devam edelim mi?
Devam dedim.
29,30,31...
Belki birileri doğmuştur bugün,
Tuhaf dedim.Bir sene önce benim için de çok önemliyken bugün,
Bugün, Bir 'Mutlu yıllar.' ile avutabiliyorum kendimi.
Neyse.
Bazıları, bugünü diğerlerinden farklı yaşamak isterler bazen.
Hediyeler telefonlar kutlamalar.
Bazıları içinse normaldir ama, bugün yine de özeldir içerlerde bir yerlerde.
Hele bazıları vardır ki,
Zorla gelen misafirleri evden değil ama, kafalarından nasıl kovacaklarını düşünürler,
Gerek kalmaz; çünkü misafirler güzel bir dille kovulmuştur zaten evden, sevinirler,devam ederler.
Devam dedim.
Hava yılbaşı olamayacak kadar sıcak gözüküyor evin içinden, güneş her yerde gibi.
Ama bugün yılbaşı, ve dışarısı aslında yılbaşına yakışır derece soğuk gibi.
Devam.Aslında biz dans edelim dedim.
Ettim. Popo sallayıp zıplayıp eğlenirim ben, eğlendim.
Yalnız değilim ki, niye mutsuz olayım dedim.
Yanımda bir kişi de olsa mutsuz sayılmam-ki yanımda bir sürü bir kişi olduğunu bilirim-.
Mutluyum dedim, devam dedim.
Bugünü kırmızılaırın günü ilan ettim ben, bütün dünyayla birlikte.
Bir de aklımın bir köşesinde ay vardı.
Sahi o ne yapıyordu şimdi?
Hala bizim gazabımıza uğramış, bekliyor muydu?
Beklesin dedim, bir gün hepimiz ona dokunacağız belki.
Şimdilik yalnızsa bile, bir süre sonra yanında biz olacağız.
Susadım dedim,
Şimdi boğazlarım ağrımasa biraz, kana kana su içerdim;
Ama ılık su, soğuk değil.
Olsun, ben şimdilik sakızla yetinmeliyim galiba.
Neyse,
Ben şimdi gidip köstebek pasta yapmalıyım dedim.
Malzemelerimi alıp çırpıp çırpıp karıştırmalıyım,
Belki kendimi onla yarıştırırım dedim.
Ama sonunda kalkıp sana kek yaptım diyemem ben.
Neden mi?
Neden1: Çünkü ben sadece köstebek pasta yaptım.
Neden2: Sen kimsin ki?

27 Aralık 2010 Pazartesi

Kafayı nasıl yiyoruz?

Günlerden bir gün canım orta dünya ülkelerine gitmek istedi, gittim.
Sanki buralarda sular gökyüzüne kaçmıştı,
Yerde su yok, gökyüzü okyanus gibiydi.
Sonra insanlar buradakiler gibi değillerdi hani,
Caddelerde yollarda nedensizce birbirine gülümseyen insanlar parmakla gösterilmiyordu,
Onlar her yerdeydi.
Bense, bir yabancı olamayacak kadar yakın hissettim kendimi onlara, sonsuza kadar gülümseyecek gibi.
Mesela buradaki insanlar,
Birbirlerine söz verip tutarlarmış, şaşırdım.
Bir yer vardı,
Rehberim götürdü beni oraya ilk defa, sonra ben o olmadan da gittim gidebildiğim her gün, her dakika.
İlk kez birisine aşık oldum hani,
İlk kez bu kadar benimsendim. Çünkü ben orada
Hiç olamadığım kadar bendim.
Bazen denize gidip saatlerce otururdum.
Düşünürdüm, ben bunca zaman boşuna mı yaşadım diye.
Cevabını ellerim ve dudaklarım verirdi;
Birinde yıpranmışlığın kırışıklıkları, diğerinde garip bir gülümsemeyle.
Tuhaf dedim,
İnsanlar bazen ne kadar da saçmalayabiliyorlar.
Dikkat dedim,
Kendi kendine gülene deli diyorlar.
Hayır dedim,
Biraz daha ertelemelisin kalkma vaktini,yatağın biraz daha özlesin seni.
Geri dedim.
Dalgalar bileklerimi geçmişti artık, dizlerime geliyorlar.
Unut dedim.
Kendi ülkende ne yaşadıysan unut,beni üzebiliyorlar.
Hatırla dedim.
Dün ne yaptığını hatırla, mutluluk ve umutlar seni sarhoş ediyorlar.
Bak dedim.
Bazen sadece bak ama görme, anılar olmasın hafızanda,sadece anlar.
Vazgeç dedim.
Pişmanlıkların varsa, sil gitsin, dünya fazlasıyla basit.
Dinle dedim.
Şimdi dalganın sesini, sonra en sevdiğin şarkının sesini, sevdiğin adamın sesini belki, sonra.
Bekle dedim.
Mutluluğu her hücrende hissedene kadar bekle,
Sonrasını zamanı gelince düşünürüz, şimdi zamanı değil.

26 Aralık 2010 Pazar

cesaret patlaması

Biri'sini arayıp "Aaa meraba ben..., naber? ben de iyiyim, şey söylicem ya...ben şey... ya ben senden hoşlanıyorum galiba." ve çat telefonu kapat. Güzel şeyler bunlar sık sık başa gelmeyen türünden.
____________________________________________________________
Dün gece, canım sıkıldı dışarı çıktım.
Yalnızdım ama fazlaca,
Bir ben vardım yani, birazcık gölgem; arkamdan takipte,
Bir de tanrı var dediler, şehri ele geçirmiş ayın karanlık yüzünü göstermek için.
Tuhaf dedim, tanrı basit işlerle uğraşır mı böyle?
Uğraşırmış meğer, bilmezdim.
Kolay gelsin dedim devam ettim yoluma.
Sonra, bir falcıyla karşılaştım sokakların birinde,
Birazcık balık etliydi , çok değil hani kararında.
Ben falcıyım demiyordu ama, ben bir gelecek postasıyım diyordu adeta.
Zaten ondan aldım ben tüm haberleri,
Ayı peynire çevirmişler,ayıp dedim devam ettim.
Bir yerlerden, bir parça müzik esintisi kulaklarımızdan gelip geçiyordu geri dönüyordu tekrar terk ediyordu,
Geldiği yer devlet sırrı gibi gizliydi,
Devam ettim.
Ya ben gerçekten çok sıkılmıştım,
Ya da kaldırım taşlarını saymak düşündüğümden de eğlenceliydi;
5,6,7...
Durmadım.
Sonra içimde garip bir his vardı kıpraşan,
Ben kendimle yaşıyordum ama bazen kendimi çözmekte zorlanıyordum hani;
Sanki biri'lerinin kaybettiğini arıyordu gözlerim, belki ellerim.
Bulamıyordu ama, tahmin edersiniz ki öyle olmalıydı.
18,19,20...
Devam ettim.
Uzak bir daireden bir yerden,
Çalan bir telefon sesi geliyordu.
Kim arıyor diye merak ettim, gecenin bu saatinde, biz ayı peynire çevirmişken.
Aramasınlar.
Beni niye kimse aramıyor dedim.
Beni arasalar ya, aramadılar.
Kahkahalar duydum-bugün duyularım her zamankinden daha iyiydi, anladınız ya-
Özendim, kıskandım.
Ben de kaldırımları sayıyorum dedim, yerimde olmak isteyen var mı?
24,25,26...
26'da duraksadım biraz,
O bugün gibiydi,
Sanki bir hayalet bir ruh bir manevi kuvvet,
Cesaret tohumlarını ekti içime.
Beni aramadılar ya,
Ben ararım o zaman dedim, aradım.
Devam ettim,
İçimdeki orkestra ileriye yöneldi tamamen şarkılar benim için devam etti, baştan başladı tekrar çaldı.
29,30,31...
Hoop dedim,
Daha oraya gelmedik, geri gel, devam et.
29,28,27.
Yarını şimdi sayabiliriz artık,
Rüya görmeye biraz ara verelim.

23 Aralık 2010 Perşembe

Kahramanlar da kaybeder, bazen.

Pencerenin arkasında bir geliş beklemek,
Ne kadar da eğlenceli
Hele de dışarıdan bakınca içerisi görünmeyen camların arkasında saklandığını sanarken;
Bir zamanlar elinde olan kehaneti yere düşürüp kırmışken.

15 Aralık 2010 Çarşamba

we were young,also we were wrong.

...Kaderin gönderdiği bir kartpostal, sanki o an gözlerimin önünden geçti. Bu görüntüde ölüm vardı. Çılgınlık vardı. Korku vardı. Ama resim bulanıktı, net olarak göremiyordum. Detayları yakalayamıyordum. Çılgınlık ve ölümün benim başıma mı, etrafımdakilerin başına mı geleceğini bilemiyordum. bir bakıma bunu umursamıyordum da. Utanç ve öfke dolu bir pişmanlıkla bunu umursamıyordum. Gözlerimi kırpıştırdım ve şişmiş boğazımı temizledim ve kahkahanın, müziğin ve ışığın olduğu içeriye adım attım.-SHANTARAM
..."Annie?"  Ses benimki kadar ürkütücüydü; bir yankı gibi. Benim sesime o kadar çok benziyordu ki ona ne diyeceğimi düşünemiyordum. Telefonu elşimde tutarken titriyordum. Şimdi bile, bu sesi duymamın üzerinden bunca zaman geçmiş olmasına rağmen yine küçük bir kız gibi titriyorum. Adımın annemin dudaklarının arasından çıktığını duyduğum andan beri."Annie, sen neredesin?"- DEJA VU
...Bir ruh olduğu için,doğal olarak bütün iyi niteliklere sahipti. Merhametli, sabırlı, dürüst, sevgi doluydu.Endişe, Fords Deep Waters için olağandışı bir duyguydu.Öfkelendiğine ise daha seyrek rastlanırdı. Şifa öğrencilerinin, ameliyathanenin uzak bir köşesinden gelen fısıltıları ona bir vızıltı olarak geliyordu. Dudakları bir çizgi halini almıştı ve bu ciddi ifade, ona hiç yakışmıyordu...."Burası tuhaf bir dünya. Hem de bütün gezegenlerden daha tuhaf..." -GÖÇEBE
...Dolunay vardı. ayın çekim kuvveti, medcezirler ve kadınların arasında son derece güçlü bir bağ olduğu kesindi.Ama benim medcezirlerim bu iffetli ve kısır çağlara göre hareket etmiyordu artık, bir anda farkına vardığım bir gerçekle damarlarımda akan kanın daga da tehlikeli bir tavırla dolanmaya başladığını hissettim."Sana bir hediyem var." dedim birdenbire. Bana dönerken elini kendinden emin bir tavırla şu an düz olan karnımın üzerine koydu."Orada mı?" dedi. Dünyamız yepyeni şeylere gebeydi.-YABANCI
...Dönerek gölgelerle kaplı hücrelerin yanından yürüyor. Bu hücrelerin içerisinde çoğunu geçtiğimiz aylarda tedavi etmeye çalıştığı akıl hastaları bulunuyor. Elbette tüm hastalıklar tedavi edilemiyor, fakat Hannah kimilerinin ıstıraplarını yatıştırabiliyor. Peki ya kendi ıstırapları? Eli içgüdüsel olarak yusyuvarlak karnına gidiyor. Hannah geçmişini asla unutamayacak olsa da, geçmişinin kederli olaylarının hafifletilebileceğini ağırbaşlı bir keyif içerisinde keşfetmiş durumda. Müdürün yazıhanesinin yanından, sonra da giriş kapısının yanından geçerek dışarı çıkıyor. Edward dışarıda, ılık bahar mevsiminin güneş ışıkları ve yağmurun tazelediği tatlı havanın içerisinde onu bekliyor.-BAYAN DEVLİN'İN GÜNLÜĞÜ

14 Aralık 2010 Salı

aferin, otur sıfır.

Biz yıllar sonra blog alemine gelip yazı yazarız ve
Solda duran Doğadan- Böğürtlenli çaya öyle bir göz atarız.
Saç kurutmak için bahaneler türetip yaratıcılığımızı kullanmayı seçeriz.
O değili ben bir film çekeceğim ilerde, kaçıncı yüzyılda bilmem.
Filmin en başında(NOT: film baştan çok klasik gelebilir ama ergeniz, ihtiyaçlarımız doğrultusunda yöneliriz), Pudra'nın isteği üzerine yere sabitlenmiş ya da hareketli(karar vermedim henüz) bir kamera, ve önünden geçen yüzlerce ayak olacak.
Sonrasını nasıl bağlarım bilmiyorum ama tema şöyle:
Reklam yapmak gibi olmasın ama en büyük D&R'dan daha büyük bir bu tarz ortama giden bir kız grubu, içinde baş kahramanımız CCC. CCC hani bir sürü kalemlerin olduğu bölümler olur ya, o bölümde kalemleri gözünden geçirir. Ve aklına, kalemlerin rengini görmemiz için konulan post-it parçalarına bir not bırakmak gelir, bırakır(notun içeriği henüz bilinmemekte, fakat notta birilerine seslenilmekte).
Ardından belki aynı gün belki sonraki,sonraki gün, diğer bir kahramanımız MMM, asosyal yaşantısında tek sosyallik olan bu mekana gelir ve kendine yeni bir kalem ararken post-it arasına sıkıştırılmış bir not bulur.
Kahramanlar burdan konuşmaya başlarlar ama, birbirlerini fazlaca merak etmelerine rağmen tüm gün boyunca oralarda bir yerlerde saklanıp diğer kahramanın kim olduğunu öğrenme cesaretini bulamazlar kendilerinde.
Devamı yok. henüz gelemedi, son 4-5 aydır. ama kahramanımı bulup çekmeye başlarsam, haber veririm emin olun.
Sevgiler.

9 Aralık 2010 Perşembe

this romeo is bleeding.

+Biz son zamanlarda nerelerdeyiz sahi?
+Ablam bugün az kalsın Nejat İşler'le çarpışıyormuş, kader. Adam karizma ama bir o kadar da alkolik hani.Saygılar sunarız burdan.
+Ben bugün 147. kez ayağımı yeniden burktum ve bir ilki başardım; çünkü ben seçilmiş kişiyim kader beni seçti vs.
+Yeni aldığım MILAN silginin kopan küçük bir parçası, kalbimi kırmaya yetti de arttı.
+Bugün çok artı yapasım var.
+Bugün TÜRKAN var.
+Bugün 'sürekli anlatılan bir kişi'yle evlenmeye karar verdim.
+Dün yılbaşı çekilişi yaptık, sınıfın en zortlak kızını seçtim,hayırlısı.
+Yarın...yarın yok,dün gitmiş, bize bir bugün kalmış.

4 Aralık 2010 Cumartesi

BeşAralık

Sadece tek bir dalga,
Islak hayallerle kaplı bir sahili temizlemeye yeterdi galiba.
Tek bir bulut, yağmur olarak yağıp çirkinlikleri silebilir.
Tek bir anne, bir çocuk dünyaya bahşedip günahlarından arınabilir.
Tek bir söz, bana aşık olmanı sağlayabilir.
Önemli olan, o tek bir sözü bulmakta.
Sadece tek bir yarın.

3 Aralık 2010 Cuma

bu kadar.

Bir defter kapanır, yeni bir defter açılır. Ben normalde eski defterlerimi atmam ama, bu defter atılır, önümüze bakılır.

Bit

Beklemek için geç derim ben.
Son vermek için geç der.

2 Aralık 2010 Perşembe

Kaybetmek.

Oralarda bir yerlerde bir ben vardı benden ötürü,
Bilmezdim.
Sular neden şeffaftı mesela?
Dün bugüne ne kadar uzak?
Hangi parfüm en güzel kokusu olan?
Hangi ayna en iyi gösteren?
En iyi burç hangisi?
En iyi silgi?
Bitmeyen kalem, bu dünyada nerelerde?
Tatile gitmek mi istiyoruz, nereye?
Ay dünyayı zorunda olduğu için mi ziyaret eder her gün?
Biz neden severiz?
Biz neden seviliriz?
Bazen de, neden karşılıksız kalıveririz?
Bana en çok hangi renk yakışır, kırmızı?
Hayat gerçekten de biz planlar yaparken başımızdan geçenler mi?
Ben en çok hangi yazımda soru sordum?
(Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi?)
...Ve bir ışık hüzmesi odama dalıyor,
Karanlığı aydınlatıyor.
Kuytularsa, gece için saklanmakta.

Farketmek

Ben artık kendimi
Mütemadiyen yoldaymışım gibi hissediyorum.
Yönü belli değil ama,
Gidilecek bir yer yok.
Beni bekleyen açılmaya hazır bir kapı da yok.
Ben sadece,
Çizgilerin arasında bir yerlerde
Bir yoldayım.
Rotam yok,
Pusulam yok.
____________

En son
Saate bakarken hatırlıyorum bakışlarımı,
Baktığımı ve gördüğümü en son o zaman hissediyorum.
Sonrası karanlık.
Ne mi var?
Büyük bir boşluk.
Hani yürümek için ölmeye hazır, ama bacakları olmayan biri gibiyim.
Bu odadaysa
Arkada derinden titreyen bir erkek sesi,
Sayfalara aşık kalemin sesi,
Çığlık atmaya hazırlanıp korkan benim sesim
Var.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Obliviate*

 Ben, yıldızlara bakıp sadece ulaşılmazlığı görürüm. Parlaklık benim için sadece bir savaşın son kırıntılarıdır. Çaresizler, o ışıkla karınlarını doyururken, galipler ulaşamamanın hırsıyla her bir hücrelerinde ondan gelen sıcaklığı hissederler. Ama olan biten her şey, tüm bunlar, gecenin soğuk koynundadır. İşte o zaman, roller değişir ve senaryo baştan yazılır, güneş uyandığında.

birşapşalıngünlüğü

Bu sakar  bünye,
Dün'e gayet normal başladı.
Sabah 7.30da çalan telefonunu susturdu tuvalete gitti, kahvaltı yapıp dershane yolunu tepmeye başladı.
Sonrasını hızlı geçersek, 5 dersin ardından eski arkadaşlarla buluşuldu.
Yemeğin( ve orda görülen İKİZLERin) ardından HARRYPOTTER'a gitmeye karar verildi, gidildi.
Bir güzel izlendi, mısırlar yendi, film beğenildi.
Derken... koltukların sonundaki maksimum on santimetrelik küçük minik ufak basamakta bir göz kararması yaşadı bu bünye. Renkler yerine geldiğinde ve dünya durduğunda yeniden,
Kendini doksan derece dönmüş bileğinin üstüne bağdaş kurup oturmuş olarak buldu.
Karanlık Kadıköy sokaklarında, acınası bakışlar altında ezildi,
Dermanını Piraye'de buldu neyse ki.
Gerisi boş, doktorlar kremler ilaçlar röntgenler eve dönüşler...
                                    ~SON~

Pazar sabahı değişik bir şey oldu bana.
Sabahın köründe yolda yürürken
'Geleceğe Dönüş' filmindeki yaşlı kaçık şeker amcayı ve yanındaki genci gördüğümü hatırlıyorum şu an.
Rüya mıydı gerçek miydi anlayamadım aslında,
Biz şu an nerdeyiz?

27 Kasım 2010 Cumartesi

Son tango.

(Angie)
Bir iki tını var sanki sadece,
Hep onlar tınlar bir yerlerde.
Bütün duyguları barındırır içinde,
Mutluluk,hüzün; acı nefret hepsini.
Burada,tek kişilik dünyalardan kurulu bu uzayda
Onlardan başkası yoktur,
Onları dinleyip üzülmek zorundasındır çünkü.
Ara sıra oynak bir şeyler de çalmaz değil ama,
İstisnalar yoktur bu uzayda, kesin kurallar ve korkulan despotluklar vardır.
Bu yerde,
Herkes yere bakarak yürür,
Eğer biri gözlerine bakarsa gerçekten,
Anlarsın ki başka uzaylara göç etmenin,
Bir göçmenle evlenmenin tam vaktidir.
Kaldırımlar, otobüs koltukları, sinema salonları hep tek kişiliktir.
Tek başına alışveriş yaparsın.
Tek başına gülümsersin, hiç kahkaha atamazsın mesela.
Mutfaktaki masalarda tek bir sandalye vardır,
Salonda tek bir koltuk,
Tek kişilik bir yatak.
Buralarda çift kavramı yoktur pek.
Belki ilk geldiğinde yadırgarsın fazlaca,
Alışman yavaş yavaş, ama kalıcı olur sonradan.
Vazgeçilmez olur bu dünya senin için.
Belki, ufak bir ihtimal de olsa hani,
Özleyebileceğin tek şey
Birlikte hareket eden nahoş bedenler olur,
Ayrılmadan önce yapılan son dans gibi.
Son bir tango daha.

26 Kasım 2010 Cuma

Petrificus totalus.

Yeni kitap aldım: Film Kulübü.
Bitmedi tabii ama özetleyebilirim hani.
Sevgili minik kahramanımız Jesse, liseye başlar ve ilkokulda tavan olan notları taban statüsüne düşer. Babası fark eder ki Jesse okula gittikçe yok olmakta, ve bunu okul yapmakta. Böylece oğluna bir teklifte bulunur: Jesse isterse okuldan ayrılabilecek, ama iki şarkı var. 1. Uyuşturucu yok. 2. Babasıyla haftada 3 tane babasının seçtiği filmleri izlemek zorunda. Tabi böyle babalar dünya var mı, varsa nerede bir düşünmek lazım ama, bence yöntem hiç de fena değil hani.
Tabii ki Jesse okulu bırakma kararı alır, ve filmlere başlarlar.Ama özet şimdilik bu kadar, çünkü kitabın daha başlarındayım.ihih.
Aslında evet basit bir kitap gibi gözüküyor kendileri ama, konusu ilginç geldi açıkçası ve filmleri merak ettim daha çok. Ama kitabı aldıktan sonra fark ettim ki filmler en arkada liste halinde varmış, geç oldu ama olsun bahaneyle aynı anda üç kitap okuyorum ben de.
Bu arada çalan şarkının adı: Never Say Goodbye. Eh, doğru söze ne denir.
Aklıma geldi, ben hep telefonların titreşiminin nasıl olduğunu oluştuğunu, nereden geldiğini merak etmişimdir. Lütfen bilen biri varsa bana  açıklayıversin, makbule geçer.
Ve hobaaa derim şu an; Still Loving You. Bu şarkı da sevip kavuşamayanlara gelsin benden hani hep olur ya, bana da falan da. Ama bir de bu şarkıyı konserde dinlemek vardı, pek hoştu hani bağıra bağıra söylemek orda sadece Grupla kendini baş başa sanmak falan.İlginç şeyler bunlar tarif edilmez yaşanır.
Ben bugün, Tanrının bana bahşettiği baş ağrısıyla kucak kucağa pek bi saçmaladım gibi geldi.Eğer sıkıldıysanız affedin.
NOT: Dil anlatım sınavında bile kopya çekmeye çalışan cici kızları şiddetle kınar, başarılarının devamını nasıl geetireceklerini düşünmelerini tavsiye ederiz.
Şimdilik,
hoşça kalın.

25 Kasım 2010 Perşembe

-her şeyi unutup-.

Ben
Son zamanlarda bir şarkı dinleyip onu içime işlemek istiyorum.
Öyle ki her hücrem bu şarkının varlığıyla titresin istiyorum.
Ben eskiden,
İki kişilik hayaller kurardım
Hala kuruyorum,
Ama benimle birlikte bunu paylaşacak başka biri daha yok biliyorum.
Ben sadece bu şarkıyı her duyduğumda ağlamaktan sıkıldım, biliyorum.
Ben sadece onu geri istiyorum,
-...-

23 Kasım 2010 Salı

yirmiüçkasımikibin on.

Bir bahar gecesinde bir rüya gördüm ben.
Çok zeki olan çok rüya görürmüş derler,
Bense rüya görenlerin kadere inananlar olduğunu düşünürdüm hep.
Sanki derinden gelen bir orkestra vardı,
Ve rüyalarla birlikte şef konseri başlatırdı.
Tuhaf,
Bu bahar son bahardı belki rüya gördüğüm günlerinden birinde,
Belki de sadece kurumuş yaprakların döküldüğü,
Yazdan sonraki basit bir sonbahardı.
Bazen kader her şeyden ön plana çıkardı benim için,
Sadece sonbaharda da değil, her yılın her dört mevsiminde;
Kendimi yalnız hissederdim,
Kavga ederdim,
Başarısız olurdum,kader derdim.
Yorulurdum.
Kader derdim,
Burada ne yazıyorsa o.
Öyle miydi gerçekten?
Hayat bir film miydi rolleri olan,
Olmayınca başa alıp tekrar denenen,
Baş rolünde biz,
Yönetmen ve senaristse kim olduğunu bilmediğimiz manevi güçleri olan?
Yoksa bir film şeridi miydi,
Eski zamanlarda bir kere şans olan ve mükemmelce oynanılan?
Sahi,
Biz insanlar hayatın ne olduğunu anlayabilir miydik?
Biz insanlar, belki de en anlamlı denilen ve on bir dalda Oscar alan bir filmin anlamını basitçe çözebilir miydik?
Ben, bu alışılmadık 2010-sonbahar havasında şiddetlice bir şey istiyordum şimdi:
Aşık olmak.
Ben ölesiye sevmek istiyordum belki, çılgın olabilmek,
Yanında nasıl olduğumu nasıl göründüğümü düşünmeden sonsuza kadar durabileceğim birine sahip olmak,
Ben gerçekten de birine sahip olmak istiyordum belki de,
İkimizin de vazgeçemeyeceği bir dünyada yaşayıp
Her şeyini kendimiz, tek başımıza inşa edelim istiyordum.
Ben bunun imkansız olmadığına inanmak da istiyordum.
O yüzden son günlerde bir arayış içindeydim hani,
Ama yanlış anlamayın,
O yüzden rüya görmek için yatmıyordum geceleri sıcak yatağıma.
Ben sadece kocaman umutlarla yatıyordum,
Uyandığımda kocaman rüyalar görmüş oluyordum,
İster istemez onlara inanırken buluyordum kendimi.
Sonra mesela
Yolda yürürken, otobüste giderken,otururken sorguluyordum kendimi.
Çok mu abartıyordum?
Yoo hayır.
Ben sadece kendini sonbahar havasına kaptırmış gidiyordum.
Kendini belli etmese de,
Havada sadece aşk kokusu yoktu, aşk sıcaklığı da vardı aslında.
Ama ayrılıklar da geliyordu, hissediyordum;
Hoşgeldin yağmur,
Neler getirdin?

19 Kasım 2010 Cuma

Biz güvenilirliği bulduğumuzda gurur çoktan gitmiş olur(ne alaka bilmiyorum).

Evet sevgili izleyicilerim, ben geldim. Ve beraberimde biraz baş ağrısı, bir bagaj dolusu C vitamini,biraz da denize girememenin verdiği hüzünle.
Aslında yolculuktan şööyle bir bahsedecek olursam, hem sahilde gezdim, hem de dağlarda bir araba çapında gövdesi olan ormanlarda dolaştım diyebilirim. Ve o ağaç mükemmel bir çınardı, döktüğü bir ton yaprakların altında bir sürü yılan akrep barındırırdı vs.
Hayatımın et deposunu yaptım herhalde, hiç bu kadar çok et yememiştim ve yalnızca bir gün için diyebilirim ki hayatımın en yavaş günüydü.
Değişik şeylerde yaşadım bir de.Mesela teyzemlerin yayladaki evine gittik, oradaki deli dedikleri komşuları Sevim Abla geldi hoşgeldiniz falan dedi bize, cidden deliymiş ama gayet çaktırıyordu hani. Sonra biz bu devasa boyutta çınarı görmeye gittiğimizde bir grup yürüyüşçü abla teyze ablayla karşılaştık. Baya da bir ahbap olduk hani. En son biz arabamıza atlayıp giderken "Haa bu arada, Sevim Ablanın evini bilir misiniz?" demezler mi. Meğer bizim Sevim Abla gönüllü olmuş, o yaylaya yürüyüşe gelenler için kapılarını açıyormuş. Bana çok enteresan geldi mesela bu, hani tanımadığın yirmi küsür kişiye evine almak değişik, ama onlarla acaip iyi muhabbet kuruluyor ben size söyleyeyim.
Başka bir gelişmeye göz atacak olursak,artık yeni bir kokum var benim, sevinçliyim. Hala hayatımın parfümü demiyorum ama, fena da değil hani.
Aslında her insanın kendi kokusu olurmuş derler ya, cidden var öyle bir şey ve bence bu mükemmel.Ben hani böyle köpekler gibi insanları kokularından ayırt etmek isterdim gerçekten, hoş olurdu.Ve ben bunları yazarken,
Ufukta;
Yenilecek altı mandalina,
hafif ıslak-nemli kafada bir üşüme-belki hastalık-,
Popoda bir uyuşukluk,
Bir haftadır ders çalışmayan zihinde bir parçacık boşluk-mallık,
Hücrelerime ve tenime işlmeye başlayan yeni kokunun pırıltıları,
Acılı bir susuzluk,
Çıkarılan çekirdekler,
Daha da uyuşan bir popo,
Yarın gidilmeyi bekleyen bir dersane,
Giyilmeyi bekleyen kıyafetler,
Yazılmayı bekleyen ödevler,
Yapılmayı bekleyen dedikodular,
Alınmayı bekleyen boncuklar,
Verilmeyi bekleyen mektuplar var. 

13 Kasım 2010 Cumartesi

Ben ara sıra ilham perilerini yanımda hissederim.

Son bir kez bağırayım da sesimi duyurayım demiştim,
Nefesim yetmedi.
Kayıp oksijen taneciği boğazımı yaktı bir de, canımı acıttı.
Ama ne zaman dolunayı görsek,
O zaman ben de sana gelirim derdim, bilirdim.
Eğer tanrı bize meleklerini yolladıysa,
Bunun bir nedeni vardı.
Mutsuzsak, bir nedeni vardı.
Belki birileri bunu istiyordu ya da başka bir şey.
Ben melekleri göremezdim,
Ama seni görünce bir yerlerde,
Bir melek görmüş kadar heyecanlı hissederdim kendimi.
Senin ne hissettiğini düşünmeden,
Her yazımda bir kırıntı da olsa romantizmi koyardım sandiviçimin arasına,
Ve onu öylece yerdim,
Sadece onu,
Bir parça kahve ve belki azıcık şekerle.
Nerden nereye.
Bazen gözüm,
İçe oturan şarkılar duymuş gibi açılırdı flaşları görünce,
Belki benim gözlerim büyüktü, belki de flaşlar fazla parlıyordu aydınlatmak adına,
Bilmiyorum.
Bazen,
Önümdeki upuzun yolculuğu düşünüp korkuyorum ben,
Bazen ayıcıklı açık renk pijamalarımı giyip yatağın içinde karanlıktan korkarak siniyorum.
Ben çocuk muyum, yoksa ruhumda büyümemiş bir çocuğun sesleri mi duyuluyor bilmiyorum.
Son bir kez bağırayım da sesimi duyurayım demiştim ama,
Siz zaten o çocuğun sesini duyuyorsunuz içerlerde bir yerlerden kopup gelen.
Bu ara yolculuk mu?
Kadıköy'den Antalya'ya.
Nerden nereye.

yarın değil, bugün mutlu olalım.

Yarından itibaren 5-6 günlük bir Antalya tatiline yelkenlerimi açıyorum.
Eğer bakarsanız da günlerdir MarionB. bir şey yazmıyor derseniz bu yüzdendir haberiniz olsun.
Ben dönene kadar, bloguma sahip çıkın da kendini yalnız hissetmesin.
Bir de beni sevgiyle anın falan.
O zamana kadar mutlu ve kendinizle barışık kalın, hep derler ya ben de diyim dedim hani.
Bir de,
Esen kalın.

12 Kasım 2010 Cuma

notta

Bugün yatağa girdiğimde üşümek istiyorum.
O yüzden bir geceliğine elektrikli battaniyeme küsüyorum.

paslanmaya yüz tutmuş çoğul ekleri.

Olmaz dedik,
Biz hep beraber kalıp ayrı olmak kavramını üzecektik.
Yalanladık,
Birlikte sabahlar, yine de uyumayız, kabuslarla da uyanmayız dedik.
Kalplerimiz fazlaca çarpıştı belki,
Özlem doruklarda olsa da, kavuşmanın anlamını bilemedik vücudumuzda.
Gidişlerimiz geri dönülmez değildi belki,
Sadece uzundu, ayrıntıları üstünkörü geçebilecek kadar.
Geriye hiçbir şey kalmadı dediğimizde,
Aslında hiçbir şeyin inşa edilmediğini anlayacaktık.
Sevmek basit değil bu kadar derdik hep,
Ama biz sevmeden basitliği nereden bilebilirdik?
Gerçekten, içten gelen gülüşler vardı küçük dudaklarımızda,
Ama imkansızı başarmak hiç yanımıza yanaşmadı,
Farklılıksa bizi sevmedi.
Bazen, kim diye sorar ya insan hani,
Şimdi sordum ben,
Ve cevabımı aldım hiç beklemeden, ben bıraktım.
Ben vazgeçtim.
Yazların alışıldık kabusunu, kışların unutulmaz düşlerini başlamadan bitiriverdim.
Şimdiyse kırmızı tonlarında bir sonbahardayız sanki.
Sanki renkli olan tek şey düşmeye ramak kalan yapraklar gibi.
Sonra tekrar soruyorum kendime,
Sonbahar bu mevsimlerin neresinde, hangisine daha yakın diye.
Cevap veremiyorum belki,
Ama biliyorum
Önümüzde yeterince uzun bir kış var,
Önümüzde uzanmış çiğnenmeyi bekliyor belki,
Kar beyazlığını yitirip karışan sessiz duygularla kirlenmeyi bekliyor.
Bu ilk kış mı ki bu kadar korkutsun bizi diyorum,
Belki de ilk defa bu kadar yalnız bir kışı bekliyorum önümde.
Bilmiyorum,
Belki ben üşümekten korkuyorum.
Ama aslında soğuk diye bir şey olmadığını,
Sadece sıcaklığın yokluğunu bilmiyorum.

11 Kasım 2010 Perşembe

log üç üzeri iks.

Ben logu sevmem ama bir tek o beni anlar.

bucca.

Aslında ben hiçbir zaman sirkleri sevmedim, zaten topu topu bir kez gittim ama, nefret etmeme yetti diyebilirim.
Onun dışında, biz bugün öğlen 12 civarlarında flaşlı ve filmli Zenitciğimizle ve bağlanma problemli Pippo'yla dolaşıp fotoğraf çektik falan. Bir ara amcanın teki bizi durdurdu, abuk subuk bir şeyler geveledi ağzında ama sonradan anladık ki karşısındaki şişko aşçı amca heykeliyle resim çektirin herkes öyle yapıyor, demeye çalışıyormuş meğer.Şeker adam.
Her neyse.
Bu arada bugün şeker komasına girmediysem hiçbir zaman girmem heralde. Akide şekeri koması hani, öyle böyle değil.
Ve de geçen gün, "Olmak ya da olmamak,işte bütün mesele bu" sözünün Shakespeare'e ait olduğunu yeni öğrenen birine tanık oldum, şaşırdım.Ama sevgili atalarımızın da dediği gibi tabii, bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp falan filan.
O değil de havalar çok güzel değil mi nan? Çok güzel. Keşke bundan sonra gelecek mevsim daha sıcak bir bahar ya da yaz olsaydı. Hadi olmadı kış olsun, ama en fazla kar yağsın, yağmur-çamur-ıslanmak-erimek vb. kıvamlar bana göre değil, kimseye göre de olmasın.
Ve son olarak, yoğun isteklerimize dayanamayan anneciğim bize pudra şekerli adını bilmediğim muhteşem bir tatlı yaparken şu an, ona olan sevgimi birkaç kat daha arttırıyorum, o bunu hak etti, bense pudra şekerli muhteşemi.
Ben onu yiyip, karnımı doyurup, belki canım isterse tekrar gelip bir şeyler çiziktirene kadar,
esen kalın.
Bu arada,
 BUCCA = YANAK
(latin usulü) (türk usulü)

10 Kasım 2010 Çarşamba

Sonsuz.

10 Kasım bugün.
Bazılarının göstermelik, günübirlik Atatürkçü geçindikleri gün. 
Hiç bir zaman unutmamamız gereken değerleri hatırladığımız, yılın nadir günlerinden biri.
Acaba şu anda,bugün en çok anılan mutlu mudur yerinde, ülkenin halini gördüğünde hani?
Eğer evet diyemiyorsak,
Suçu kendimiz yerine başkalarında arıyorsak, neden ve kimin sayesinde burada olduğumuzu anlayamamış, basit düşüncelerle ruhunu bütünleştiren bir koyun sürüsüne kapılmış gidiyoruzdur.
Eğer hala "Bir şeyler yapmak gerek" deyip hiçbir şey yapmıyorsak, şimdi zaman, bir şeyleri fark etme ve harekete geçme zamanıdır.
__________________________________________________________________________________
Bugün saat 09.05'te dışarıda bir siren sesi vardı. Balkona çıktım baktım, durmayan arabalara aklıma gelenleri saydırıp, duranları kendi içimde takdir ettim. Ve muhtemelen o sırada, Türkiye'de balkonda saygı duruşunda gözleri dolan nadir insanlardan biri ben oldum.
Gurur duyuyorum.



efenim?

Çamaşır makinemizin adı VILMA'ymış.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Tek kişilik sınıf

Zorunluluk demiş.
Neden? demişim.
Ses vermemiş, gülümsemiş.
Hala bilmiyorum demişim.
Yarını şimdi yaşa, anlarsın demiş.
Ama bugün de dün için yarındı demişim.
Ses vermemiş, şaşırmış.
Gülümsemişim.
Sadece hafızanda bir parça kırıntı olarak sonsuza kadar kalmak istiyorum demiş.
Ben hafızamdaki kırıntıları her gün süpürürüm ama, demişim.
O kadar basit değil dünya, demiş.
Fazla büyütmemek lazım demişim.
Romantizmin içine etmekte üstüne yok demiş.
Ben bu ve daha bir sürü konuda çok yetenekliyimdir demişim.
Mütevazilikte üstüne yok demiş.
Ben kendimi olduğum gibi kabul ettim demişim.Her gün süpürgemle hafıza sınıflarında dolaşır,romantizmin içine  de ederim.

6 Kasım 2010 Cumartesi

.ley.ley.ley

   Efenim blog yaz blog yaz dediler, yazdık(aslında demediler ama olsun).
Şimdi biz ergenleriz, fotoğraf çekeriz, güleriz eğleniriz değil mi?
Biz ayrıcaa, dersanedeki sınıf ayrımlarına hayır, hepimiz eşitiz diyoruz.
____________________________________________________
   Bir iki gün önce, sabahın erken saatlerinde Kadıköy sokaklarında boş boş gezerken, bir deli gördüm-ya da ona göre biz hepimiz birer deliydik ama...-. Böyle her deli-ya da akıllı- gibi salaş salaş uzun etek falan giyinmiş, saçına pembe bir kumaş parçası bağlamış, ayaklarını yere sürüyerek giderken beraberinde de içi boş bir kovayı sürüklüyodu. Merak ediyorum, başkalarına göre deli olmak nasıl bir şey olurdu? Bence hiç de fena olmazdı hani. İstediğini yaparsın, başkaları da sana deli der geçer, basit ve eğlenceli.
   Sonra ben bugün yine erken gidip dershaneden önce boncukçuya uğradım. Bu boncukçu lafı çok dandirikten kaçtı ama başka bir adları yok ki bu mekanların. Neyse güzel boncukçuklar aldıım. Sonra dershaneden çıktık bir de baktım ki sis yeryüzünü ele geçirmiş.
   Neyse sonra e-5ten giden tıntın'ıma bindim amaaa, bilmezdim ki bu kadar trafik de yolları ele geçirmiş.
   Saçmalama sınırları bugün zorlanacak dediler de inanmadık.
   İnsanlar neden yalan söylesin ki oysa?

4 Kasım 2010 Perşembe

Bir ergenin sorunsal sorusu

Biri bana,
okuduğum her kitapta  neden mutlaka ufacık da olsa bi parça cinsel içerik bulunduğunu açıklayabilir mi?
Hadi bakalım kolay gelsin.

2 Kasım 2010 Salı

Virgül

Belki bir gün mü dediler?
İnanmadık.
___________________
 Yılbaşı da gelmeye başlamış dediler, yoldaymış.Hani planlar, belki doğum günleri falan.
__________________________________________________________________
Canlanan ZENİT'ler, diyapoz ayarları,mercekler dolu günler.
______________________________________________
Sınavlar, sonuçlar, Almancacı , Matematikçinin yeni saçı.
___________________________________________
Tazelenmesi gereken ojeler,vücut dili bunalımları.
_____________________________________
Ve az önce de 1970lerden kopup gelen Zenitimin çalıştığını öğrendim mutlu oldum ha. Pippo'yla zenit-zenit takılırız artık.
_________________________________________________________________________________
Ayın ikinci günü kutlu olsun
Sevgiler.

31 Ekim 2010 Pazar

Tren-Öküz

Sabahın köründe kalkıp kendimi kurbanlık koyun gibi hissederek yüzdoksanbeş dakika oturmaya doğru yollandım ben bugün. Aslında çabuk geçti sayılır, ama yan etkileri baş ağrısı popo uyuşukluğu olarak gerçi döndü bana yine sağolsun.
Bugün dersane hayatımızdaki yeni bir gizemi çözdüm. Daha doğrusu eskiydi belki ama ben  bu çapraz ilişkiyi yeni çözdüm diyelim o zaman. Ama ne diyoruz? Çok da tın.
Saatleri de geri aldık dengem şaştı sanırım benim, kafamı zor taşıyorum, hadi bakalım hayırlısı.
Bu arada yıllardır INCEPTİON izlemeliyim diyorum, üşeniyorum ama, eski msn konuşmalarımı okurken birileriyle yaptığım, ordan bir alıntı çarptı gözüme fena da değilmiş hani dedim:

You're waiting for a train, a train that will take you far away. You know where's your hope, this train will take you, but you can't be sure. It doesn't matter - because we'll be together.

Hem ne demişler? Depresifliğin lüzumu yok(önceki yazıma bakmazsanız katılırsınız). Hayırlısı. Burda ne yazıyorsa o.O kadar.
Ben bazen sarhoş olup dağın tepesine çıkıp boğazımı yırtana kadar bağırmak istiyorum.
Unutmadan,
Cadılar bayramınız kutlu olsun.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Kasırga

Yine o şarkı geldi. Yine içlendim. Yine blog ortamına attım kendimi.
Bilmiyorum belki şu an sırf yazmış olmak için yazıyorum. Belki sadece yazdıkça şarkıyı başa alıp dinlemeyi istiyorum.
Tuhaf. Bazen böyle dakika geçiyor saat geçiyor gün geçiyor, insan da arada bir unuttum sanıyor sanırım.
Alakasız şeylerden bahsetmek okuyucu için  yorucu olsa da , yazar için bir anlam ifade etmiyor gibi.
---
Ve ilerledikçe taneler
Okyanus suyu soğumaya başlıyor gibi, hissediyorum.
İlk defa mı yeryüzünün sıkıcılığını atıyorum üstümden,
Yoksa ilk defa mı yüzüyorum?
Duyular yok sanırım orda,
Yüzünü düşünüyorum, en azından resimlerini,
Gözlerim karanlığa dalıyor ardından.
Sesini düşünüyorum,
Cümleler yapay, sesler duyulmuyor.
Bir parça suyun altında
Sanki elimi uzatsam sıcaklığın çarpıp işlemek üzere bedenime.
Ben,
Bu şarkıyı  her dinlediğimde seni düşünüyorum.
Sessizliğin ne anlam ifade ettiğini, yokluğun ne demek olduğunu,
Pişmanlığın tatlı acısını, anıların yankısını,
Varlığına duyduğum ihtiyacı anlıyorum.
'Bir daha...' ardından gelen olumsuz cümleleri kapatıyorum devrik duvarlar arasına,
Sadece ve sadece kış gelsin istiyorum.
İlk beyaz kar tanesi yeryüzüne düştüğünde,
Tek bir damla su okyanusla buluştuğunda ne kadar sevinirse,
Seninle kalabalık bir yolda karşılaşıp,
Yüzünü tanıyıp sana koşana kadar yanımdan geçişini sessizce bekleyip mutlu olmak istiyorum.
Sahi, ben çok şey mi istiyorum?
Öyleyse bir haber versen...
Ama veremezsin değil mi?
Olmayan bağlarımızı kuramayız.
Değil mi?

First Sensations-Turuncu

Bon Jovi geliyormuş dediler SekizTemmuzİkibinonbir'de dediler, sevindik. Yarın sınav var dedik, pırtladık. Turkcelle geçeceğiz dedik, geçtik. Cennet Bize Yardım Eder isimli şarkılar çaldı, umutlandık.
Yapacağız dedik, yaptık.
Sonuç olarak;
Işıklar yandı.
Telefonlar durdu.
Son balık(><(())>) çizildi.
Doğmamış bebeğe don biçildi.
Yıldızlar kaydı,eller tutuldu.
Kurallar çiğnendi.
Sakızlar da çiğnendi.
Kafalar karıştı, anlaşılamadı.
Blogger yavaşladı, sinirler gerildi.
Tekrar düzeldi.
Saatler geriye alınıyormuş dendi,gece yarısı beklendi.
En uzun cümle satırlarımızda can buldu.
Şarkılar ilham perisi, olaylar pencerenin perdesi, insanlar kül kedisi oldu.
En güzel deftere kaçamak bir bakış atıldı.
Biz nerde miyiz?
Dünyama hoşgeldiniz yabancılar.

29 Ekim 2010 Cuma

İsyan bayrağını çekmek

bkz:
- Ara Güler'in fotoğrafıydı o
-Ablam dedi ki; "aa güzel, e o zaman Ara Kafe'ye gidin".
- Evet! Olmalı bu iş. Ama yarın sınav var muhabbetine yatabilir bu iş
-Evet doğru bildin.
-Yaa!
-şşş. Uslu çocuk ol bakiyim.
-Yani bilirim anlamında şeettim been.
-Ay pardon o zaman. ben isyan bayrağını çektin sandım.
                 ---
-Annem okey oynayalım dedi.
Ablam şaka mı yapıyosunuz tam vizelere çalıştığım zamanı mı buldunuz dedi, güldü.
Annem ablam gidince acaba üçlü mü oynasak? dedi.
Babam ablamın aklı kalır dedi ve hemen ardından ekledi,
Ama sen kağıt kalem al gel isim-şehir oynayalım.
                 ---

Bakınız.

Neden 2034?

wtf

Dünyanın iki yüzü olsaydı biri güneşe diğeri de aya mı bakardı?
Yeni alıp okumaya başladığım kitabımın 309. sayfasının sağ alt köşesinde bir parça yırtık buldum ve dna testi yaptırıp onu kimin yırttığını bulmak istiyorum. Eğer ben çıkarsam dna'ların yalan söylediğini inkar etmeyiz.
"Ölüm bir ninni fısıldıyor" adlı bir şarkı gördüm listemde ve hiç dinlemediğimi farkettim. Bu aralar bana bir Harry Potter aşkı geldi, yakında yeni çıkacak olan filmi de merak etmekteyim hani.
Pippo dediki Zenit'ine kavuşmak için internetten bir adım atmış, umarız bi bokluk çıkmaz. Ben de diyorum ki birilerini ikna etsem de benim Zenit'imi de tamire götürsek hayata döndürsek falan. Burdan kendilerine acil şifalar diliyoruz.
Son olarak,
Burdan sizlere *In the Wake of Poseidon* adlı parçayı armağan ediyor, ardından bir temennimi dile getiriyorum:
Ben aslında her şeyi olduğu gibi bırakıp tatile gitmek istiyorum.

Ağlamak.

Bugün tek cümlelerin günü olsun.
Bir de gökyüzü arada bir kurusa hiç de fena olmaz.
En azından biraz da bizim durmamız için.
Çok şey mi istiyoruz?

27 Ekim 2010 Çarşamba

AdamAsmaca, seniseviyorum.

..."Bazıları, yokluk içinde boğulmamaya çalışırlarken, bazılarıysa kaybolmak için varlık peşinde koşarlar." demiş şair.
   Hayır dememiş. Ben dedim gitti ama. Bugün, bu ekzantrik girişten de anladığınız üzre, ruh halim -lere düşmemiş durumda, bu iyi bişey. Hastalığımsa günden güne ruhumla bütünleşmekte farkediyorum ve biraz korkutucu olsa da baş ağrsıı dışında şikayetim yok, hapşurmayı seviyorum.
   Yarın okullar da yarım günmüş dediler zamanında, sevindik ve anında gitmemeye karar verdik tabi. Tüm gün yatıp C vitamini yüklemesi yapıp kitap okurum heralde. Aa film de izlerim bi güzel ooh.
   Bu arada, az önce de eski kamera görüntülerini seyrettim. Benim böyle doğumumdan itibaren kameraya çekmişler hep-özellikle babam- arada sıkılıp oturuyorum 'ben bi küçük ben'i izleyeyim ya!' diyorum ve açıyorum. Ama cidden çok güzel bir şey ayıptır söylemesi. Hepinize tavsiye ederim diyecektim ama, yaş yetmiş iş bitmiş de demek istemiyorum ardından. Üzülmeyin ama.
Şimdi ordan bi 5 yaşındaki ben'in resmini paylaşayım da,öyle sevineyim kendi çapımda( bu arada Beatles'dan So Happy Together armağan ediyorum sizlere, kusura bakmayın link atamıyorum sorun oluyo ve Pippo'dan özentilik olmasın kulaklarımız çekilmesin. Şaka. o benim kulaklarımı çekmez ki. değil mi?)
Amaan. Bu işte. pek de net  değil ama artık idare edin siz bi zahmet. (şimdi de Im yours adlı parça). Resimden çok, resimdeki olay önemli asıl. Ben ne mi yapıyorum? Elimde annemden çaldığım bir parça hamurla mantı açıyorum, evet. Elimdeki de ne mi? Oklava tabii ayıpsınız.
Bugün bir de annem eski hatıra defterimi bulmuş. Eskiden bir de hatıra defteri vardı yahu.Şimdi geçmişe bakınca enteresan geliyor böyle şeyler ama iyi ki varmış bence, ne güzel okuyup eğleniyoruz çocukluğumuzla, gülüyoruz falan.Hoş şeyler bunlar.
Şu anda ne mi yapıyorum? Mandalina yiyorum. Biz mandalinayı severiz ama ilerleyen kış aylarında bundan bıkıp çilek peşinde koşacağız.
O zamana kadar siz esen kalırkeni ben de belki iyileşirim.
ÖNEMLİ NOT: Burdan bir zamanlar sesimizi duymayan NEB'e sesleniyoruz. Ama kabalıkla. Çünkü o bunu haketti. Ama yine de, derste yediği elmalara gülerken birileriyle, dönüp uyuz uyuz bakmamak için de zor tutuyoruz kendimizi. Kıskançlık kızların hamurunda var evet doğru bildiniz. Gün gelecek, bu laflar bloglardan değil asık suratlardan okunacak ama, o gün bu yüzyılda mı bilmem.

O zamana kadar siz esen kalırkeni ben de belki iyileşirim...

25 Ekim 2010 Pazartesi

Ü.S.Y.E.

  Evet sayın seyirciler. Başlığımın da sizlere ipucu verdiği üzre, üşütme, burun akıntısı, arada öksürme şikayetleriyle dolu birkaç gün önümde uzanmış, tarafımdan lanetlenmeyi bekliyor.Ama napıyoruz tabi? Amaaaan pırt diyoruz. Zaten ben arada böyle hasta olmayı severim bana çok acı çektirmediği sürece, biraz naz yapmak her zaman zevkli oluyo çünkü, fazlası değil.
  Bazen böyle durunca çok takıntılı hissediyorum kendimi. Mesela eski yazılarımda yoktu pek ama burda bi paragraf oluşturup onları belli ediyorum falan. Arada geliyorlar bence. Sizin de var mı böyle takıntılarınız? Vardır vardır. Mesela yazı yazmaya başlarsam-ne türden olursa olsun-sevdiğim bir müzik olmalı fonda ki ilham perileri yanıma daha sık uğrayabilsin. Ya da arada böyle şimdiki gibi hasta olunca ufaktan da olsa, sanki içten içe beni kemiren başka bi hastalık var da bu onun gölgesi sadece gibi hissediyorum. Bu pippo'da da var ama bende ağırlıklı sanırım. Ama öyle paranoyaklık boyutunda da değil, sadece arada bi düşünme.
  Aa. Bir de şey var. Mesela dışarda bi yerde bir şeyler aldım sonra cüzdanı attım çantaya, sonradan birkaç kere daha kontrol ederim hani attım mı yoksa atmadım mı, attım da çalındı ve bağırmaya başlamalı mıyım diye.Tuhaf ama ben kendimi böyle kabul ettim ve edenler de.
   Şu anda okumam gereken iki kitap var bir de. İlk önce aldığım "İki Esir" ve dün aldığım "Küçük Arı". Bakalım nasıl çıkacaklar. Aslında ben kitap almayı çok severim yani böyle bir kitapçıya giderim saatlerce orda durup kitaplara bakabilirim. Ama alınca böyle büyük heveslerle, sonradan da beğenmezsem çok üzülürüm. O yüzden ne yaparsam yapayım bi kitabı aldıktan sonra önyargıyla yaklaşmamalısın C. derim kendi kendime.
   İsmimle ilgili ilk ipucunu da verdim he. Hadi yine iyisiniz.
   Neyse bugünlük de bu kadar olsun o zaman. Heralde yakın zamanda bir ara gelip yine buralara uğrarım ben. O zamana kadar elektrikli battaniyemle ısıtılan sıcak yatağıma girip, onun soğumasını bekleyerek uykuya dalarım önce. Hani benim için kuzuları saymaktan daha iyi oluyo bu + hayal kurmak. Sonra yarın uyanırım ve okula giderim falan filan. Bu böyle besin zinciri misali devam eder bkz: biyolojiyi seviyoruz.
Günlerden bir gün, 'Fazla saçmalamak yasak!' demişler, ve idama çarptırılmışım o gün.
NOT: virgülden sonra 've' yazılmıyo demişler, Yine idam edilmişim.bu sefer ama kimse istememiş idamı izlemeyi. Bi tek ben ve cellat varmışız kanka olmuşuz bundan sonra hasılatı kırışacakmışız falan.
iyigecelersayınsivrizekatürkmilleti.

24 Ekim 2010 Pazar

saliseler silsilesi.

Heh.  Şimdi ben durdum durdum düşündüm bak aklıma ne geldi.
Ben eskiden banyomu tek yapabilecek kadar büyük, ama perdelerden korkabilecek kadar da küçüktüm he. Böyle sanki arkadan biri pörtleyivercekmiş gibi gelirdi.
Bi de özel isteğimle bilenlere bir şey sormak isterim burdan. Şu her evde mutlaka bulunan YEDİ FİL'in olayı nedir? az önce odama giderkene birini devirdim de aklıma geldi ne olduğunu bilmiyorum ama yıllardır burdalar dedim.Kınadım kendimi bi an.
Şu ansa, Always adlı hoş parçayı dinlemekteyim haberiniz olsun. Ama eski anıları yoktur belki sizde. Varmış gibi dinleyin artık göz pınarlarınız canlansın haydi eller.
Aslında sevgili blog'umda , bugünkü derbiye değinmek istemezdim ama can alıcı hayat şartları beni buna zorluyor azizim. Kadıköyden dönmek bir eziyete dönmesin sloganlarıyla bi saat otobüs beklemeyi protesto ediyorum. Ama ne hoş ki bu sırada yanımda Pip'po, ağzımda lolipop, kolumda Frank Sinatra plakı ve yeni kitabım vardı ki can sıkıntımı öldürdüler sağolsunlar.
Eh o zaman benden bu kadar saygıdeğer gençler. Kendinize itinalı davranın he.
NOT: Yeni bi haftanın başlamasına saatler kala, canınız bir şeylere lanet etmek istiyosa aman diyim. Edin ama bari zararsız evcilimsi olun he. benim için.Ve günün tarafımdan düzenlenmiş ve anında şu an sıcak sıcak yayınlanan özlüsözü:

Hayat suda başladı derler.
Peki ya buzlar? mı diyecektiniz?
E onlar da donmadan önce suydular.
Havalar ısınınca yine su olurlarki.

ben bazen saçmalarım .saygılar.

23 Ekim 2010 Cumartesi

Sadece bakmak,görmek bile değil.

Bu dünya belki tek başına yürünen yollarla dolu.
Belki, uçamayan melekler var etrafta.
Belki konuşulur, belki duyulmazlar.
Buralarda bir yerlerde
Sonbaharın öldürdüğü topraklar var ayaklarımızın altında
Ve sonbaharın doğurduğu bir kış ufukta bir yerlerde.
Değişen giysiler,
Değişen hisleri getiriyor ardından, ruhları da.
İlham perileri arada bir uğruyor belki,
Belki uğramadan geçiyor ve sanat
Başı sonu belli olmayan bir zaman diliminde donuyor şimdilik.
Dışarıda kocaman bir ay,
Güneşi kıskanıp yerini almaya çalışırken buluyor kendini,
Utanıyor ama kızarmıyor neyse ki,
Gece soğuk,sessiz dünyanın bu taraflarında,
Karanlık hepimizi içine çekiyor biz bekler veya beklemezken,
Karanlık
İçimizde ufaktan bir karıncalanma, belki bir parça ürperti olup ulaşıyor benliğimize.
Güven var mı anlayamıyoruz
Karanlıkta önümüzü görmekte zorlanıyor gibiyiz gündüzlerde de,
Fark yok bizim için
Günün yirmi dört saati var deniyor ama,
Biz aynı saati yirmi dört kere yaşıyor gibiyiz sanki.
Aslında,
Uzaktan bir yerlerden gelen zayıf bir ıslık var kulaklarımızda çınlayan,
Devrik cümlelerin vücudumuzda açtığı yaralar gibi hissediyoruz onu,
Bazen gidiyor ve arada yine geliyor.
Hatırlamak için vaktimiz yok diyoruz.
İnanmaya zaman bulamıyoruz.
Biz belki öyle şeyleriz ki,
Gelmeyecek mevsimleri bekliyoruz hep.
Oysa her şeye bir çocuğun gözünden bakmak istiyoruz,
Yapabilenler az.
Yapabilenler şimdi doktor gözetimindeler belki,
Ya da bir yerlerde birileriyle saklambaca dalmışlar.
Rüyalar alemi elle tutulacak kadar yakın görünüyorken bir parça ay ışığında
Şimdi,
Romantizmi bahane ederek başımızı eğiyoruz.
Bizi bekleyen birileri olduğuna inanıyoruz aslında.
Hani dünya'da,
İskoçya taraflarında bir yerlerde belki..

22 Ekim 2010 Cuma

bazen bana ilgi gösterilsin istiyorum.

Biz bazen bir sürü duygusal müzik indirip eski sevgiliyle konuşup bunalım havasına gireriz.
Sonra M.J. anıp COMETOGETHER dinleyip eğleniriz.
-Bol Moonwalk'lu selamım olsun burdan-
Rahmetli.

pippolandık.

obirkutukarıştırmameraklısıdır



bu da ders çalıştığımızın kanıtı olsuun.

bu da günün özeti olarak ben ama beni anlamasanız da olur.

21 Ekim 2010 Perşembe

Çağrı*

-Hey Neb. Ben Henna. sesimi duy bana cevap ver.
-Hey İkizler. Ben Marion. sesimi duyun ama biriniz cevap verin bana.
...
Ve artık Henna-ya da Marion- kendini bir trenin son vagonu gibi hissetmeyi bırakır.
O nasıl oluyorsa artık.

Şapşal Arkadaşla Paylaşılan Bütünün Bir Parçası"

Biz her zaman bir arkadaş aradık kendimize. Bazen bulduk mutlu olduk, bazen yorulduk lanet okuduk ama, biz bu hayatta çok şey paylaştık.
Hayatımızda gelip geçen martılar vardı, okulu kırmak isteyen haylaz arkadaşın diğerini ikna etmeleri vardı.Yazılar vardı verilmiş sözler,-klasik ama- paylaşılan acılar vardı.
Paylaşılan ve unutulmayan çok şey vardı-olacaktı-.
Biz dostluğun tanımını birlikte düşerek, birlikte ayağa kalkarak öğrendik.
Bazen sonuna kadar uyuşan zevkler, bazense uçurumlar kadar fark vardı belki, görmezden gelip kabullenebildik birbirimizi, imkansızı yarattık.
birbirine anlatılıp bir alınan sınavlar vardı hayatımızda, biz kendimizi birlere rağmen çok sevmiştik.
Artık -yeni yeni- yazılan mektuplar vardı.
Kırmızı defter ve sonra defterler, -sanal ve yan sınıf- hayranlıkları vardı.
Birlikte kurulan tatil hayalleri-belki gerçekleşmeyecek belki de geri sayımı başlamış olan-,
Yapılacak ve yapılmış bir liste dolusu şeyi olan iki insandık biz.
Belki çok farklı dünyalardandık belki değildik, takmıyorduk, biz birbirimizi anlayabildiğimize göre hala bir sorun yoktu(arada anlayamasak da bu yirmi dört saat bile devam etmeye dayanamazdı).
Biz -çok uzak olmasa da- bir geçmişte tanışan, şimdi dost olan ve gelecekte de hep böyle kalacak olan iki insandık.
Birbirimizi tanır, sürekli kavga eder ve barışırdık.
Gün gelip de tüm sevilenlerin gittiği gibi ayrılacağımızı bilsek de, o günün yarın ya da yakın olduğunu bilsek de anı yaşardık biz.
Yaşıyoruz da.
Ve hep de yaşarız heralde.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Görünmezlik Pelerini(bang bang)

Günlerden bir gün
Dünyadaki sayısız canlıdan biri olan ben,
Susadım.
Öyle susadım ki sanki her damla su birer damla nimetmiş gibi şükran duydum birilerine.
Öyleydi.
Sanki her yerde göller vardı şelaleler,ırmaklar.
Denizler yoktu-tuzluydular, dilimi yakar canımı acıtırdılar-.
Bir çöl misaliydi her yer, her şey kuruydu.
Bitti dedim, hayat da sınırlandırılmış yuvalar gibiydi, belirli bi kapasitesi vardı ve kotayı geçen elenirdi.
Sonra hiçbir şey hissetmedim, ne bir kuruluk ne bir açlık.Hiçbir şey.
Tek ses duydum kulaklarımda,
'Su sen ol.'
Bilincim yoktu ortalarda, en son bir iki gün önce yol üstünde karşılaşmıştık ve bi daha da onu gören olmamıştı ama geri gelmiş gibiydi şimdi.
Su sen ol.
O an anladım ki yapmam gereken tek şey farketmekti.
Sonra pelerinimi çıkarttım ve yere serdim, oturdum.
Her geçen dakika acımın dindiğini hissettim, serinleyen havayı, bulutlanan gökyüzünü seyrettim ve fırtınadan önceki sessizliğin bana anlattıklarını dinledim.
Duyularımın ne kadar uzun bir süredir işlemediğini de anladım böylece.
Efendi Güneş,yerini Sağkolu bulut sürülerine bıraktı ve onlar da bizim için küçük damlalar halinde yeryüzünde yok olmayı göze aldılar.
Artık su, damarlarımızda akan kan kadar bizdendi, biliyorduk.
Ve söylenecek tek bir cümle vardı artık:
Varlığın pelerini içinde kaybolmak güzeldi.

17 Ekim 2010 Pazar

önce msn2011'in indirildiğini öğrenip mutlu olmak,sonra silinmesi, sonra eski sürümün indirilmesiyle face-chat 'ten kurtulmanın verdiği bahtiyarlık gibiydi bana bir çift ikizin yaşattığı galiba.

Size bişey söyliyim mi sevgili izleyicilerim? banyodan banyoya taranan saçlar, dönüp dolaşıp kör düğüm olurlar.Haberiniz olsun diye şeettim. V onlar, uzun süre kurutulmazlarsa baş ağrıtırlar.
Günlerden bir gün, vurulduğunuz sevdadan vazgeçer ve ondan bana yar olmaz derseniz, EkşimişPudra'nın dediği gibi 'ben istedim bir göz, allah verdi iki göz' durumunu yaşayabilirsiniz her an, aman dikkat. Lafı uzatmaya da gerek yok aslında, eğer sevdiğiniz kişi eyfel'in tepesinde, sizse köklerinden ona bakıyorsanız-ya da tam tersiyse- üzülmeyin.Siz hala birbirinizi gördüğünüze göre sorun yok demektir.
-Bu yazı çok öğüt dolu olmadı mı?-

15 Ekim 2010 Cuma

GELECEK POSTASI

Bir zamanlar Harry Potter adlı şeker mi şeker bir çocuğun büyü maceralarını anlatan bir kitap vardı.Hala da var neyse. İşte onda "GELECEK POSTASI" diye bir gazete de vardı hani resimler hareketli flan.tamam bu kısım SEVGİLİ DÜNYAMIZ'da imkansz olabilir ama gelecek postası ismini kullanmak hiç de imkansız değil bence. E kullandık gitti o zaman.
Şimdi...GELECEK POSTASI'nın asıl amacına gelecek olursaak, burdan sevgili Ekşimiş Pudraya teşekkürlerimi sunarım1. Reklamımı da yapmış hani saolsun varolsun.
2.E o yaptıysa ben niye reklam yapmıyım ki diiiimi ama?
3. AYIN ÖNEMLİ OLAYI: Turkcelllinin gücü Turkcellin çekim gücü kampanyasına artık destek verebilen biri olarak, evet bunun tüm dünyada tarihe geçmesini istedim ben, ve Pudra'cığım da bana destek oldu saolsun.
4. ayrıca bu AYIN ÖNEMLİ OLAYI'nın olduğu gün aynı zamanda hepimizin bildiği ya da en azından bilmesi gereken ya da en azından şimdi öğrenmeniz gereken bir gündü. Yani: International Suit Up Day(Barney Stinson'u sever başarılarının devamını dileriz tabi.) Aslında tabi taşıdığı başka anlamlar da olabilir ONÜÇEYLÜLİKİBİNON'un da ama... burda bahsetmenin lüzumu yok.
.(ÖNEMLİ NOT: mektuplar arasında eğer uzak mesafeler varsa, iletişim kopukluğu 1hafta olabilir ama, bir üfürük kadar yakınsa böyle çok beklemeye de gerek yok. baskı yok ama içinizden daha sık sık sık sık yazma isteği gelirse biz EVCİNLERİ  de pekala mutlu olabilir bence><(())>  )
O zaman Pudra dışında yarın sabah kıçını yataktan erken kaldırıp dershanelere gitmesi gereken bi kişi daha türedi bu blog aleminde. Kutlu, huzurlu ve mutlu olsun hepimize.
İyi geceler blogger efendiler.
-GelecekPostası bildirdi.-

Gün-lük

Şey.
Bitmeyen yetersizlikler içinde belki bir iki kişiydi seslerini duyuran.
Duyulanların sayısıysa meçhuldü ama,
Biz hala uzun koridorlarda sarhoş sarhoş geziniyorduk,
Koridor karanlık ve tozluydu da.
Ah, bir de unutulamayan kediler vardı.
Onlar melankolikti, gözleri daima bir şeyleri savunur gibiydi ve
İsyanları vardı(ben de kedileri hiç sevmezdim,haberleri olsun).
Hotel California mıydı burası?
Bir sene bekleyip kavuşamayan sevgililerin ölü ruhlarının sonsuza kadar birlikte olmasına sahne oluyordu ya.
Bir zaman vardı bir yerlerde saklanmış,
Sarmaşıklarla bezenmiş minik şirin evler gibiydi.
Sevdikleriniz, onların içindeki yaşlanmakta olan bedenler,
Sevmedikleriniz, eve dışardan bakan yabancılardı.
Aslında dünya aykırıydı.
Yazılar uzadıkça sıkardı, bilirdik
Ve kısa keserdik.
Kıssadan hisse yani.

14 Ekim 2010 Perşembe

Bildiri

Kirpiklerimin gölgesi azalmaya başlıyordu hafiften ve hayatın sesi gittikçe daha duyulmaz oluyordu.
Bedenler de en az ruhlar kadar yorgundu.
Bu dünya öyle bir yerdi  ki,
Yeryüzü ve gökyüzü hep mavinin tonlarına sahipti.
İlginçti tabii.

10 Ekim 2010 Pazar

Aaay.

Ben hiç bir zaman öyle duygusal yazılardan hoşlanan biri olmadım aslında.
Sadece bir şeyler vardı içimde kıpırdayan
Ve arada bir onları yazmaktı derdim.Sadece yazmak, o kadar.
Hiç bi zaman göründüğümden daha büyük bi insan olmadım ama,
Bazen beni olduğum küçük görenler olursa da kendimi belli ederdim.
Ben gün gelip de rüyamda gördüğüm bi insana aşık olabileceğimi de düşünmezdim aslında.
Belki aşık da değildim ama, o her bana bakışında doğan bi umut, bi saniye sonra bakışını kaydırdığında ölen bi hayale dönüşürdü, en derinimde hissederdim.
Hiç bi zaman hayallere inanmak istemedim, çünkü bilirdim ki onlar da beni avlamak isteyen bir yığın vahşi canlı gibiydi ıssız bi ormanda,
Ben çığlık atardım ama beni anlayan bir tek nefesimden uzaklaşan sisler olurdu.
Ben her seferinde,
Yeni bir yakarışla geçerdim onların arasından ve hiç bir rüzgar sesimi onun yanına taşıyacak kadar güçlü olmazdı.
Ben bir zamanlar hayallere inanabilecek kadar küçüktüm ama, büyüdüğümü hissetmek isterdim iliklerime kadar.
Hayat benim için fazla zor derdim hep, yetersizlikler mi vardı benliğimde? Sorunlar mı? Her zaman cevapsız sorularım vardı benim, evet.
Aslında mutlu olmanın sadece bi adım ötede olduğunu görürdük belki hepimiz ama, onu görünce arkamıza dönerdik, ben de.
Ben, herkes gibi farkedilmek isterdim.İnsanlar isterdim etrafımda, gülebileceğim ya da her ruhumu onlarda bulabileceğim bir dünya.
Düşünmek bedavaydı ama yaşamak son derece pahalıydı.
Bazen bi çöp adaml olurdum,
Ay'a bağdaş kurup otururdum geceleri.
Yıldızları saymaksa en büyük keyfim ve varoluş nedenimdi sanki.
Ben, öyle bi çöp adamdım ki, her zaman dünyadaydım ama her zaman dünyanın dışını yaşardım.
Belki benim hayalgücüm,
Bir çöp adamınkinden fazlaca yükseklerde bir yerlerde uçuyordu,
Belki ben kendimi çöp adam kadar basit ve gereksiz buluyordum ama,
Ben hala yıldızları sayabildiğime göre sorun yoktu.
Ben hayatı geçmiş zamanda sevdim aslında.
Bağlaçlarla gülüp eğlendim, devrik cümlelerle yattım.
Ben utanmak nedir bilmeyen bir çöp adamdım, yanaklarım yoktu kızaramazdım.
Ben sürekli tatlı ve şekr yiyen bir çöp adamdım ama, çizgi kadar zayıftım hep.
Hiç bi zaman bir yarış atı olmadım, en azından ben öyle sandım kendimi.
Aslında ben hep zıplardım, sekerdim veya koşardım el sallardım.
El sallardım ben herkese.
Şimdi'ye ve geleceğime de dahil olmak üzere.
Çünkü ben, geleceğin yaşanmaz(geri dönmeyecek bir yolcu), şimdininse vazgeçilmez(bir dost mesela) olduğunu bilirdim.
Ve dil de çıkarırdım muzip çocuk olup,
Çünkü yıldızları ve Ayı severdim.
Ve cevizi de.
Ve tarçını da.
Ve çilekli turtayı da.
Çünkü ben gayet basit bir çöp adamdım.
Ve sanırım hala da öyleyim.
                                                                                                          C.O.

3 Ekim 2010 Pazar

Ama olmuyor ki!

Aslında sadece başlık adı bize güzel geldi yoksa içimizde pek bi yazma isteği yoktu gibi bi'şey. Biz diyorum çünkü bugün sevgili pip'ponun evisine geldik ve kahve içtik yemek yedik tıkındık vs. o kadar. bi de iki saat kendi bloğunun reklamını yaptırttırtırdı bana haberiniz olsun o daha yeni buralarda. sadece içinde küçk bi umut var Marion'un blogunda takılalım mutlu olalım blogum öğrenilsin diye. şimdi fotoğraf çekimlerine başlıyoruz haberiniz olsun. belki bi gün paylaşırız ama şimdi değil malesef. hadi esen kalıın.

1 Ekim 2010 Cuma

S-C-O-R-P-İ-O-N-S

Tomorrow the day of SCORPİONS!
Ya o diil çok efsane olcak hissediyorum! Aslında bilmediğim bi yığın şarkıları da var ama adamlar iyi ya, hiç birini bilmesem eşlik edemesem de ayrı bi zevk o. Aslında birsürü birsürü birsürü şey yazmak ister insan ama yazamaz.
Ben de öyleyim. Yarın konserden gelip hepsini yazmak istiyorum evet.
o zaman iyi geceler dünya.

30 Eylül 2010 Perşembe

bi iki bilgi.

Arkada gençliğimin dumanı tüten bi şarkısı çalarken ben, bacak bacak üstüne atmış yatsam mı yatmasam mı düşünmekteyim. Saat erken deyip zaman öldürmeye devam etmekteyim.
Şunu farkettim ki kırmızı deri kaplı defterim ve türevlerine uzun süredir yazı yazmıyomuşum, yazsam da kalitesi eskisi gibi değilmiş pek hani, moralim bozuldu.
Amaaaaa, cumartesi günkü SCORPİONS konseri bütün moralimi düzeltmekte. Yağmur yağmaması tek isteğim.
Havalar biraz soğudu ve bence zzamanıydı, tamam yaz ve bahar iyi güzel hoş da , mevsim anormallikleri bize göre değil derim ben.
Uzun zamandır piyanoda bi yol katetmediğimi hatta gerilediğimi farketmek böğrüme bir öküz çöktürdü gibi oldu tabi ama, atlattım neyse ki.
Bu aralar RÜYALARIMIN PRENSİ'nin peşinden koşuyorum. ama lafın gelişi değil, cidden öyle, ama en azından prens değik evet. burda kimliğim nadiren bilinir bi öğe olduğu için, açıkça bahsetmekten zarar gelmez.
Ben öyle sürekli onla bunla çıkmak isteyen bi tip değilim tabi öyle gözükse de en başta. ama geçen gün rüyamda dersanede aynı sınıfta olduğumuz bir genci gördüm. ve anladım ki evet o. ama farkettim ki bu olay maksimum 1buçuk haftadır var. ama ben kendimi fazlaca kaptırmış durumdayım.
Büyük ihtimalle PLATONİKLİK bu ilişkinin tek tanım kelimesi olur ama. öyle napalım. kader.
ama her şeye rağmen ne demiş şanslı şair? ALL YOU NEED IS LOVE.
Eee. benden bu kadar o zaman.
Ben yine rüyalarımda gördüklerime inanıp onların peşinden gölgelerini izleyeceğim. ve ardından, bıraktığım yerden seni sevmeye devam ederim heralde.

19 Eylül 2010 Pazar

Lütfen herkes sussun sırada en sevdiğim şarkı var.

I should never think
What's in your heart
What's in our home
So I won't
You'll learn to hate me
But still call me baby
Oh Love
So call me by my name
And save your soul
save your soul
Before you're too far gone
Before nothing can be done
I'll try to decide when
She'll lie in the end
I ain't got no fight in me
In this whole damn world
Telling you to hold off
She said hold on
It's the one thing that I've known
Once I put my coat on
And how I know it's all wrong
She's standing outside holding me
Saying oh please
I'm in love
'Cause without me
You got it all
So hold on
Without me you got it all
So hold on .

17 Eylül 2010 Cuma

Budala

Belki biz bilmezdik dünya ne kadar küçüktü ya da biz mi  küçüktük?
Kelimeler ardı ardına gelirdi bazen ve sessizliğin içinde bir yankı, seni bana hatırlatan tek şey olurdu o ayrı.
Bu doğruydu, özlem vardı benliklerimizin içinde bir yerlerde ve gözükmek için çırpınıyordu.
Biz, kendimizi günlüklerimizin arasına gömdük aslında ve üstü çizili kelimeleri görmekten de bıktık.
Yasaklar her zamanki gibi daha cazip gelirdi bizim neslimize,
Biz yasakları çiğnemekten bıkmadık. Yasaklar bizi ezmekten bıkmadı.
Zorunluluklar vardı, ruhun içinde duyulan piyano sesleri, topuklu ayakkabılar, aitlikler.
Ellerimiz vardı, aramızdaki yüzlerce kilometreye rağmen tutuşurlardı.
Gözyaşları sadece üzgün anlar içindi, bize yakışmadı ama biz onu kullanmaktan bir an için bile vazgeçmedik.
Biz bir zamanlar birbirimizi sevmiştik.
Şimdiyse birbirimizden bıkmışızdır belki, ben burda seni düşünürken sen gitmişindir.
Neyse, sonunda;
Dinlenen muhteşem şarkılar bitmiştir ve tutulan son nefes verilmiştir belki.
Ama sen hala beynimin içinde bir yerlerdesindir.

12 Eylül 2010 Pazar

eye of the tiger.

Aslında müzik her şey.
Şimdi burdaki herkese en sevdiği şarkıları söylemesini isterdim ama,
1. biz burda çok kişi değiliz malesef.
2. en sevilen şarkılar kısıtlanmamalı bence, zamana göre değişir ya hani. en azından benim öyle.
Mesela şu anda dinlediğim şarkı şey gibi, sevgiliden ayrılma psikolojisini yansıtan, arkada atılan elektro solosu da pek bi içten kopan. belki az önce okuduğum ayrılık konulu bir blog yazısı, belki de sevgiliden ayrılma psikolojisi beynimin bi yerlerinde varlığını uzun süre hissettireceğinden.
Şu anki eğlenceli bi şarkı. Aklıma Sırbistan-Türkiye maçını getirdi sanki. O değil adamlar son dakika kahramanı ama yine de iyiydi ya. Sonlara doğru ailece totem havasına girmiş olsak da adrenalin damarlarımızdan sırbistan da küfürlerimizden eksik olmadı yani.
Basketçilerin partnerleri de manken gibiymiş dün farkettim. Çocukları da şeker gibi.
Ben mikropların vücudumda verdiği olumsuz etkiyle saçmalama başladım galiba. evet.
o zaman.
güle güle akşam ve yıldızlar.

5 Eylül 2010 Pazar

come on, be happy with me.

Promise yourself to be strong that nothing disturb your peace of mind. look at the sunny side of everything and make your optimism come true. thing only of the best and expect only the best. forget the mistakes of the past and press on the greater achievements of the future.

-.-

Uzun süre sonra yeni bi kayıt yapalım ve adı da "Boşluk" olsun.
~
 Bir Ergenin Bunalımları
 Bu aralar her gün gidip geldiğim dersane ortamı dışında kendimi pek boş hissediyorum sanki. İnsanlar, dedikodular, hedefler, yanılgılar, sevinçler, her gün gidilen yerler, yenilen yemekler. Yenilikler gelip giderler ama yok olmayacak bişeyler bulmak lazım sanki.
 Bu dünyada, yazılara beklenen yorumlar da olabilir tabi. ve beraberinde yorumsuzluklar
NOT: Eylül ayına girmekle beraber yazın resmi olarak bittiğini beyinlerimize kazıyan hafiften soğuk havalar akulak asmamak lazım bence, psikolojimizi pozitif tutmak için en azından.
(Aerosmith-Amazing(Y))
Esen kalın.

13 Ağustos 2010 Cuma

Ruhun içinde bi' sen.

-Bana, aşkın resmini çizebilir misin?
-Tabii, bu çok kolay...aslında ben resim çizemem.Ama sana bu resimde çoğu yerin kırmızı olacağını söyleyebilirim.
-Anladım.Ama bu çok klasik. Kızlar o kadar klasik bir erkeği sevmez sanırım, en azından benim gibi kızlar.
-Ne yani, farklılık arayışında olup kişiliğimi kaybetmekle klasik bi erkek olup seni kaybetmek arasında bi seçim mi yapmamı bekliyorsun benden?
-Yo hayır.Asıl sorun şu ki, senden bir şey de bekleyemiyorum.
-...(Oturdukları bankta, taa uzaktan Eyfel'in parlak ışıkları görünürken Erkek birbirine geçirdiği parmaklarını inceler.Kız ise o anda yaptığı şeylerin anlamsızlığını düşünüp beklediği anın ne zaman geleceğini unutup kırmızı montunuyla oynar.)(ve yine Kız başlar..)
-Hotel California'yı biliyor musun? Eagles versiyonu ama?
-Tabiki de biliyorum o şarkıyı ne zaman dinlesem kendimi yargılıyorum veya hikayesini düşünüp ne büyük aşkmış diyorum.
-Eskiden,saçlarımı annemin yaptığı zamanlarda hani, her gün günlük yazmaya başlardım ve en uzun bir hafta süreli yazardım. sonra bir sene ara verip hiçbirşey değişmemiş gibi devam ederdim. Kesintili olsa da, aslında günlük tutmak güzel bir şey diye düşünürüm hep. SEnin bir günlüğün var mıe
-Yok.Hiç olmadı. Aslında ben de arada yazmam gerektiğini düşündüm ama uzun süre önce bütün gereklilikleri kaldırdım hayatımdan.
-Bu konuşma aramızda geçen en garip konuşmaydı bence.
-Bence bu konuşma,Paris'e tatile gelip burda yaşama kaderini paylaşan iki sıradışı insanın birbirlerini tanıdıktan sonra yapabilecekleri en doğal konuşma
-Daha önce hep çok konuştuğumu söylerlerdi, ilk defa ben birine çok konuştuğunu söylüyorum. Biliyor musun?Çok konuşuyorsun.
-Biliyor musun?Bugün yıldız kaymasının uzun yıllardır en fazla olacak olan günüymüş.
-He bu arada,bence aşkın kesin bir rengi yoktur. eğer mükemmel iki insan arasındaysa açık pembedir mesela, birbirlerine tapan iki insan arasındaysa beyaz,nefretlerden oluşan bir aşksa da siyahtır, birbirinden ruh ve beden ihtiyaçları karşılanan iki insan varsa ortada, o aşk kırmızıdır işte.
Ve bu arada, odamı yeni kırmızıya boyadım ve birinin ruhumu benden çalmasını bekliyordum bu banka ilk geldiğimde.
-Ne hoş tesadüf, değil mi?

10 Ağustos 2010 Salı

Oyunun kuralını çözdüm.

Biz insanlar çok mu ikiyüzlüyüz ne?
Her neyse. Aslında her şeye rağmen yaşamak güzel şey he. Ne biliyim odan için bişeyler almak, karar vermek, boya yapmak, bahçıvan pantalonu giymek, kirlenmek ve ardından temizliği hissetmek, sokakta yürürken karelerin içine basmaya çalışmak ve gördüğün her levhayı okumak vs.
Diyeceğim o kii, bazen insanları anlayamıyorum. Hani gereğinden fazla dertleniyolar gibi sanki. Aslında belki de ben anlamıyorum yeterince. ama bana da olmuyo değil hani arada tabiki de ben de depresyona giriyorum ama kendi kendime de kurtulabiliyorum belki.
Tabi ki kişilik meselesi ama, keşke herkes depresdif takılmaktansa böyle olsa diyorum sürekli, dışarıdaki çeşit çeşit insanı görünce özellikle.
Başlık neden mi böyle?
Çünkü sanırım ben bu oyunun kuralını çözdüm azizim.
Saygılar.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

bi' şeyin sonu.

Bir Marcus kalmıştı ayrıldığımızı duymayan. tüm şehirde suskunluk hakimdi. tüm yolları bir şarkı bitiriyordu sadece: "Her Zaman". deneme şansımız yoktu zaten bitmeliydi her şeye rağmen. belki beklnemeyen bir sondu bu, belki olmaması gerekiyordu hiç. ama oldu. geleceği göremiyorduk ikimiz de ama, belki de iyi ki oldu. sadece Marcus duymamıştı sesimizi. bir parça, bir parça umuttu belki senin bende bulduğun. bilmiyorum belki bir kalabalıklık hissi, bir sıcaklık, yanında bir insan daha. bizim aramızda kimse yoktu ama,hep bir duvar koyduk oraya korkulardan artma. bazen anlıyordum senin dilini, ama yabancıydın her zaman bana anlıyor musun? biz belki gereğinden fazla bütünleştik birbirimizle ama ortada biz diye bir şey de yoktu belki. ortada sadece birlikte kurulmuş hayaller vardı. saatler de yoktu artık anlamsız dereceler içinde. ağlamak hep içine çeken bir kuyuydu hani, işe yaramazdı. sen sussan da gözlerin susmazdı o ayrı. bir de taklitlerden hilelerden sıkılmıştım anlıyor musun? ben bağımsızlık için doğmuştum. aslında Marcus da beni duymuştu ta belli olmuyordu;
Çaktırmıyordu.

NOT:

Ben badem şekeri sevmem ki.

bir parça dolunay,rüya ve azıcık ekmek kırıntısı olsun dünya.

*Hayat, kontrolüm altında olsun ya da olmasın, bir şekilde akıp gidiyordu ve ben de attığım her adımda bir başka hayat arıyordun kendime. her adımda başka bir ben bulup,alıp geri bırakıyordum. kabullenemediğim bir çaresizlik sarmıştı aslında benliğimi, bense gereksiz bir gizem arayışı içinde kaybolup gitmiştim. devrik cümlelerden örülü dört duvar arasında olduğumu düşünürlerdi beni tanıyanlar, boşlukta kaybolduğumu ya da. bana baktıklarında geçmiş zamanda kaybolmuş, çareyi gelecekte arayan birini görürlerdi, ya da ben aynaya bakınca görürdüm bunu.
Sonra düşünürdüm. Yürürken hani, ayakları her bir parça taşa basmaya çalışırken arnavut kaldırımlarda..kulağımda kulaklık en sevdiğim müzik yanımda yoldaşımken. en sevdiğim ojeler parmağımda, süslü bir göz boyama halinde. dünya denen yerdeydik hepimiz ya, bir şeylerle görevlendirilmiş askerlerdik. peki, adalet var mıydı burada? özgürlük, hep gerçekleştirilen istekler? sevdiklerimiz, bizi karşılıksız severler miydi hep? aşkı bulabilir miydik içimizde, küçük bir parçasını da olsa? yeryüzünde o kadar çok soru vardı ki cevaplanmayan, askerler izin gününe bile çıkamaz olmuştu artık, kader bu ya.
aslında bana sorsalar 'geleceğin askeri' koyardım rütbemi ve kimseyi almazdım komutam altına, zamanda yolculuk tek kişiyken bile yeterince zor olmalıydı çünkü. öyle görünüyordu.
baktım ki geleceği beğenmedim, geçmişe dönerdim ben de.
hani belki şimdiki gibi, rahat bir kanepede, içinde tanıdık gözyaşlarımı aradığım sıcak bir kahve ile.

27 Temmuz 2010 Salı

Evet. günler geçip tatilin bitmesini izlerken boş boş, hiç bi izleyicimin olmadığını farkedip üzülsem mi gülsem mi bilemedim.
olmayan izleyici topluluğuma bu kadar yazı armağan ediyorum sadece.
Esen kalın.

15 Temmuz 2010 Perşembe

yeni bi dünya.

artık ben de burdayım gibi. evet.
hani her zaman ilk şeyler önemlidir falan ya, hadi öyle bişey yapalım ki blogda önemli olmasın artık ya. oldu biliniz.
ilk yazımda günün gerçekten de anlamlı yazıcığını bulundurmak istiyorum. bkz:
SARILMAK~
*Sarılmak sağlıklıdır.
bağışıklık sistemini geliştirir ve güçlendirir, sağlığı korur, özellikle depresyona iyi gelir, kaygı ve gerilimi azaltır, uykuyu düzenler, bedeni canlandırır korkuları yok eder. en etkili uyarıcılardan daha güçlüdür ve olumsuz bir yan etkisi görülmemiştir. sağlığa %100 yararlıdır.
* Sarılmak doğaldır.
bütünüyle doğa kaynaklıdır, çok hafiftir, çok renklidir, hoş tatları ve kokuları vardır, yapay ve zararlı katkı maddeleri içermez. çevreyi ve doğal hayatı kirletmez, bütünüyle geri dönüşümlüdür. son kullanım tarihi sınırsızdır.
*Sarılmak olağanüstüdür.
yedek parğa,periyodik bakım,aşırı enerji tüketimi gerektirmez. yüksek verim sağlar. krizlerden etkilenmez.satınalma-depolama-vergi-sigorta maliyeti, eskime,kaybedilme ve çalınma riski yoktur.
*Sarılmak güzeldir.
yalansız ve içten olmak koşuluyla her zaman, her yerde, her yaşta güzeldir.
~SON~
(teşekkürler ş.a.)