29 Kasım 2010 Pazartesi

Obliviate*

 Ben, yıldızlara bakıp sadece ulaşılmazlığı görürüm. Parlaklık benim için sadece bir savaşın son kırıntılarıdır. Çaresizler, o ışıkla karınlarını doyururken, galipler ulaşamamanın hırsıyla her bir hücrelerinde ondan gelen sıcaklığı hissederler. Ama olan biten her şey, tüm bunlar, gecenin soğuk koynundadır. İşte o zaman, roller değişir ve senaryo baştan yazılır, güneş uyandığında.

birşapşalıngünlüğü

Bu sakar  bünye,
Dün'e gayet normal başladı.
Sabah 7.30da çalan telefonunu susturdu tuvalete gitti, kahvaltı yapıp dershane yolunu tepmeye başladı.
Sonrasını hızlı geçersek, 5 dersin ardından eski arkadaşlarla buluşuldu.
Yemeğin( ve orda görülen İKİZLERin) ardından HARRYPOTTER'a gitmeye karar verildi, gidildi.
Bir güzel izlendi, mısırlar yendi, film beğenildi.
Derken... koltukların sonundaki maksimum on santimetrelik küçük minik ufak basamakta bir göz kararması yaşadı bu bünye. Renkler yerine geldiğinde ve dünya durduğunda yeniden,
Kendini doksan derece dönmüş bileğinin üstüne bağdaş kurup oturmuş olarak buldu.
Karanlık Kadıköy sokaklarında, acınası bakışlar altında ezildi,
Dermanını Piraye'de buldu neyse ki.
Gerisi boş, doktorlar kremler ilaçlar röntgenler eve dönüşler...
                                    ~SON~

Pazar sabahı değişik bir şey oldu bana.
Sabahın köründe yolda yürürken
'Geleceğe Dönüş' filmindeki yaşlı kaçık şeker amcayı ve yanındaki genci gördüğümü hatırlıyorum şu an.
Rüya mıydı gerçek miydi anlayamadım aslında,
Biz şu an nerdeyiz?

27 Kasım 2010 Cumartesi

Son tango.

(Angie)
Bir iki tını var sanki sadece,
Hep onlar tınlar bir yerlerde.
Bütün duyguları barındırır içinde,
Mutluluk,hüzün; acı nefret hepsini.
Burada,tek kişilik dünyalardan kurulu bu uzayda
Onlardan başkası yoktur,
Onları dinleyip üzülmek zorundasındır çünkü.
Ara sıra oynak bir şeyler de çalmaz değil ama,
İstisnalar yoktur bu uzayda, kesin kurallar ve korkulan despotluklar vardır.
Bu yerde,
Herkes yere bakarak yürür,
Eğer biri gözlerine bakarsa gerçekten,
Anlarsın ki başka uzaylara göç etmenin,
Bir göçmenle evlenmenin tam vaktidir.
Kaldırımlar, otobüs koltukları, sinema salonları hep tek kişiliktir.
Tek başına alışveriş yaparsın.
Tek başına gülümsersin, hiç kahkaha atamazsın mesela.
Mutfaktaki masalarda tek bir sandalye vardır,
Salonda tek bir koltuk,
Tek kişilik bir yatak.
Buralarda çift kavramı yoktur pek.
Belki ilk geldiğinde yadırgarsın fazlaca,
Alışman yavaş yavaş, ama kalıcı olur sonradan.
Vazgeçilmez olur bu dünya senin için.
Belki, ufak bir ihtimal de olsa hani,
Özleyebileceğin tek şey
Birlikte hareket eden nahoş bedenler olur,
Ayrılmadan önce yapılan son dans gibi.
Son bir tango daha.

26 Kasım 2010 Cuma

Petrificus totalus.

Yeni kitap aldım: Film Kulübü.
Bitmedi tabii ama özetleyebilirim hani.
Sevgili minik kahramanımız Jesse, liseye başlar ve ilkokulda tavan olan notları taban statüsüne düşer. Babası fark eder ki Jesse okula gittikçe yok olmakta, ve bunu okul yapmakta. Böylece oğluna bir teklifte bulunur: Jesse isterse okuldan ayrılabilecek, ama iki şarkı var. 1. Uyuşturucu yok. 2. Babasıyla haftada 3 tane babasının seçtiği filmleri izlemek zorunda. Tabi böyle babalar dünya var mı, varsa nerede bir düşünmek lazım ama, bence yöntem hiç de fena değil hani.
Tabii ki Jesse okulu bırakma kararı alır, ve filmlere başlarlar.Ama özet şimdilik bu kadar, çünkü kitabın daha başlarındayım.ihih.
Aslında evet basit bir kitap gibi gözüküyor kendileri ama, konusu ilginç geldi açıkçası ve filmleri merak ettim daha çok. Ama kitabı aldıktan sonra fark ettim ki filmler en arkada liste halinde varmış, geç oldu ama olsun bahaneyle aynı anda üç kitap okuyorum ben de.
Bu arada çalan şarkının adı: Never Say Goodbye. Eh, doğru söze ne denir.
Aklıma geldi, ben hep telefonların titreşiminin nasıl olduğunu oluştuğunu, nereden geldiğini merak etmişimdir. Lütfen bilen biri varsa bana  açıklayıversin, makbule geçer.
Ve hobaaa derim şu an; Still Loving You. Bu şarkı da sevip kavuşamayanlara gelsin benden hani hep olur ya, bana da falan da. Ama bir de bu şarkıyı konserde dinlemek vardı, pek hoştu hani bağıra bağıra söylemek orda sadece Grupla kendini baş başa sanmak falan.İlginç şeyler bunlar tarif edilmez yaşanır.
Ben bugün, Tanrının bana bahşettiği baş ağrısıyla kucak kucağa pek bi saçmaladım gibi geldi.Eğer sıkıldıysanız affedin.
NOT: Dil anlatım sınavında bile kopya çekmeye çalışan cici kızları şiddetle kınar, başarılarının devamını nasıl geetireceklerini düşünmelerini tavsiye ederiz.
Şimdilik,
hoşça kalın.

25 Kasım 2010 Perşembe

-her şeyi unutup-.

Ben
Son zamanlarda bir şarkı dinleyip onu içime işlemek istiyorum.
Öyle ki her hücrem bu şarkının varlığıyla titresin istiyorum.
Ben eskiden,
İki kişilik hayaller kurardım
Hala kuruyorum,
Ama benimle birlikte bunu paylaşacak başka biri daha yok biliyorum.
Ben sadece bu şarkıyı her duyduğumda ağlamaktan sıkıldım, biliyorum.
Ben sadece onu geri istiyorum,
-...-

23 Kasım 2010 Salı

yirmiüçkasımikibin on.

Bir bahar gecesinde bir rüya gördüm ben.
Çok zeki olan çok rüya görürmüş derler,
Bense rüya görenlerin kadere inananlar olduğunu düşünürdüm hep.
Sanki derinden gelen bir orkestra vardı,
Ve rüyalarla birlikte şef konseri başlatırdı.
Tuhaf,
Bu bahar son bahardı belki rüya gördüğüm günlerinden birinde,
Belki de sadece kurumuş yaprakların döküldüğü,
Yazdan sonraki basit bir sonbahardı.
Bazen kader her şeyden ön plana çıkardı benim için,
Sadece sonbaharda da değil, her yılın her dört mevsiminde;
Kendimi yalnız hissederdim,
Kavga ederdim,
Başarısız olurdum,kader derdim.
Yorulurdum.
Kader derdim,
Burada ne yazıyorsa o.
Öyle miydi gerçekten?
Hayat bir film miydi rolleri olan,
Olmayınca başa alıp tekrar denenen,
Baş rolünde biz,
Yönetmen ve senaristse kim olduğunu bilmediğimiz manevi güçleri olan?
Yoksa bir film şeridi miydi,
Eski zamanlarda bir kere şans olan ve mükemmelce oynanılan?
Sahi,
Biz insanlar hayatın ne olduğunu anlayabilir miydik?
Biz insanlar, belki de en anlamlı denilen ve on bir dalda Oscar alan bir filmin anlamını basitçe çözebilir miydik?
Ben, bu alışılmadık 2010-sonbahar havasında şiddetlice bir şey istiyordum şimdi:
Aşık olmak.
Ben ölesiye sevmek istiyordum belki, çılgın olabilmek,
Yanında nasıl olduğumu nasıl göründüğümü düşünmeden sonsuza kadar durabileceğim birine sahip olmak,
Ben gerçekten de birine sahip olmak istiyordum belki de,
İkimizin de vazgeçemeyeceği bir dünyada yaşayıp
Her şeyini kendimiz, tek başımıza inşa edelim istiyordum.
Ben bunun imkansız olmadığına inanmak da istiyordum.
O yüzden son günlerde bir arayış içindeydim hani,
Ama yanlış anlamayın,
O yüzden rüya görmek için yatmıyordum geceleri sıcak yatağıma.
Ben sadece kocaman umutlarla yatıyordum,
Uyandığımda kocaman rüyalar görmüş oluyordum,
İster istemez onlara inanırken buluyordum kendimi.
Sonra mesela
Yolda yürürken, otobüste giderken,otururken sorguluyordum kendimi.
Çok mu abartıyordum?
Yoo hayır.
Ben sadece kendini sonbahar havasına kaptırmış gidiyordum.
Kendini belli etmese de,
Havada sadece aşk kokusu yoktu, aşk sıcaklığı da vardı aslında.
Ama ayrılıklar da geliyordu, hissediyordum;
Hoşgeldin yağmur,
Neler getirdin?

19 Kasım 2010 Cuma

Biz güvenilirliği bulduğumuzda gurur çoktan gitmiş olur(ne alaka bilmiyorum).

Evet sevgili izleyicilerim, ben geldim. Ve beraberimde biraz baş ağrısı, bir bagaj dolusu C vitamini,biraz da denize girememenin verdiği hüzünle.
Aslında yolculuktan şööyle bir bahsedecek olursam, hem sahilde gezdim, hem de dağlarda bir araba çapında gövdesi olan ormanlarda dolaştım diyebilirim. Ve o ağaç mükemmel bir çınardı, döktüğü bir ton yaprakların altında bir sürü yılan akrep barındırırdı vs.
Hayatımın et deposunu yaptım herhalde, hiç bu kadar çok et yememiştim ve yalnızca bir gün için diyebilirim ki hayatımın en yavaş günüydü.
Değişik şeylerde yaşadım bir de.Mesela teyzemlerin yayladaki evine gittik, oradaki deli dedikleri komşuları Sevim Abla geldi hoşgeldiniz falan dedi bize, cidden deliymiş ama gayet çaktırıyordu hani. Sonra biz bu devasa boyutta çınarı görmeye gittiğimizde bir grup yürüyüşçü abla teyze ablayla karşılaştık. Baya da bir ahbap olduk hani. En son biz arabamıza atlayıp giderken "Haa bu arada, Sevim Ablanın evini bilir misiniz?" demezler mi. Meğer bizim Sevim Abla gönüllü olmuş, o yaylaya yürüyüşe gelenler için kapılarını açıyormuş. Bana çok enteresan geldi mesela bu, hani tanımadığın yirmi küsür kişiye evine almak değişik, ama onlarla acaip iyi muhabbet kuruluyor ben size söyleyeyim.
Başka bir gelişmeye göz atacak olursak,artık yeni bir kokum var benim, sevinçliyim. Hala hayatımın parfümü demiyorum ama, fena da değil hani.
Aslında her insanın kendi kokusu olurmuş derler ya, cidden var öyle bir şey ve bence bu mükemmel.Ben hani böyle köpekler gibi insanları kokularından ayırt etmek isterdim gerçekten, hoş olurdu.Ve ben bunları yazarken,
Ufukta;
Yenilecek altı mandalina,
hafif ıslak-nemli kafada bir üşüme-belki hastalık-,
Popoda bir uyuşukluk,
Bir haftadır ders çalışmayan zihinde bir parçacık boşluk-mallık,
Hücrelerime ve tenime işlmeye başlayan yeni kokunun pırıltıları,
Acılı bir susuzluk,
Çıkarılan çekirdekler,
Daha da uyuşan bir popo,
Yarın gidilmeyi bekleyen bir dersane,
Giyilmeyi bekleyen kıyafetler,
Yazılmayı bekleyen ödevler,
Yapılmayı bekleyen dedikodular,
Alınmayı bekleyen boncuklar,
Verilmeyi bekleyen mektuplar var. 

13 Kasım 2010 Cumartesi

Ben ara sıra ilham perilerini yanımda hissederim.

Son bir kez bağırayım da sesimi duyurayım demiştim,
Nefesim yetmedi.
Kayıp oksijen taneciği boğazımı yaktı bir de, canımı acıttı.
Ama ne zaman dolunayı görsek,
O zaman ben de sana gelirim derdim, bilirdim.
Eğer tanrı bize meleklerini yolladıysa,
Bunun bir nedeni vardı.
Mutsuzsak, bir nedeni vardı.
Belki birileri bunu istiyordu ya da başka bir şey.
Ben melekleri göremezdim,
Ama seni görünce bir yerlerde,
Bir melek görmüş kadar heyecanlı hissederdim kendimi.
Senin ne hissettiğini düşünmeden,
Her yazımda bir kırıntı da olsa romantizmi koyardım sandiviçimin arasına,
Ve onu öylece yerdim,
Sadece onu,
Bir parça kahve ve belki azıcık şekerle.
Nerden nereye.
Bazen gözüm,
İçe oturan şarkılar duymuş gibi açılırdı flaşları görünce,
Belki benim gözlerim büyüktü, belki de flaşlar fazla parlıyordu aydınlatmak adına,
Bilmiyorum.
Bazen,
Önümdeki upuzun yolculuğu düşünüp korkuyorum ben,
Bazen ayıcıklı açık renk pijamalarımı giyip yatağın içinde karanlıktan korkarak siniyorum.
Ben çocuk muyum, yoksa ruhumda büyümemiş bir çocuğun sesleri mi duyuluyor bilmiyorum.
Son bir kez bağırayım da sesimi duyurayım demiştim ama,
Siz zaten o çocuğun sesini duyuyorsunuz içerlerde bir yerlerden kopup gelen.
Bu ara yolculuk mu?
Kadıköy'den Antalya'ya.
Nerden nereye.

yarın değil, bugün mutlu olalım.

Yarından itibaren 5-6 günlük bir Antalya tatiline yelkenlerimi açıyorum.
Eğer bakarsanız da günlerdir MarionB. bir şey yazmıyor derseniz bu yüzdendir haberiniz olsun.
Ben dönene kadar, bloguma sahip çıkın da kendini yalnız hissetmesin.
Bir de beni sevgiyle anın falan.
O zamana kadar mutlu ve kendinizle barışık kalın, hep derler ya ben de diyim dedim hani.
Bir de,
Esen kalın.

12 Kasım 2010 Cuma

notta

Bugün yatağa girdiğimde üşümek istiyorum.
O yüzden bir geceliğine elektrikli battaniyeme küsüyorum.

paslanmaya yüz tutmuş çoğul ekleri.

Olmaz dedik,
Biz hep beraber kalıp ayrı olmak kavramını üzecektik.
Yalanladık,
Birlikte sabahlar, yine de uyumayız, kabuslarla da uyanmayız dedik.
Kalplerimiz fazlaca çarpıştı belki,
Özlem doruklarda olsa da, kavuşmanın anlamını bilemedik vücudumuzda.
Gidişlerimiz geri dönülmez değildi belki,
Sadece uzundu, ayrıntıları üstünkörü geçebilecek kadar.
Geriye hiçbir şey kalmadı dediğimizde,
Aslında hiçbir şeyin inşa edilmediğini anlayacaktık.
Sevmek basit değil bu kadar derdik hep,
Ama biz sevmeden basitliği nereden bilebilirdik?
Gerçekten, içten gelen gülüşler vardı küçük dudaklarımızda,
Ama imkansızı başarmak hiç yanımıza yanaşmadı,
Farklılıksa bizi sevmedi.
Bazen, kim diye sorar ya insan hani,
Şimdi sordum ben,
Ve cevabımı aldım hiç beklemeden, ben bıraktım.
Ben vazgeçtim.
Yazların alışıldık kabusunu, kışların unutulmaz düşlerini başlamadan bitiriverdim.
Şimdiyse kırmızı tonlarında bir sonbahardayız sanki.
Sanki renkli olan tek şey düşmeye ramak kalan yapraklar gibi.
Sonra tekrar soruyorum kendime,
Sonbahar bu mevsimlerin neresinde, hangisine daha yakın diye.
Cevap veremiyorum belki,
Ama biliyorum
Önümüzde yeterince uzun bir kış var,
Önümüzde uzanmış çiğnenmeyi bekliyor belki,
Kar beyazlığını yitirip karışan sessiz duygularla kirlenmeyi bekliyor.
Bu ilk kış mı ki bu kadar korkutsun bizi diyorum,
Belki de ilk defa bu kadar yalnız bir kışı bekliyorum önümde.
Bilmiyorum,
Belki ben üşümekten korkuyorum.
Ama aslında soğuk diye bir şey olmadığını,
Sadece sıcaklığın yokluğunu bilmiyorum.

11 Kasım 2010 Perşembe

log üç üzeri iks.

Ben logu sevmem ama bir tek o beni anlar.

bucca.

Aslında ben hiçbir zaman sirkleri sevmedim, zaten topu topu bir kez gittim ama, nefret etmeme yetti diyebilirim.
Onun dışında, biz bugün öğlen 12 civarlarında flaşlı ve filmli Zenitciğimizle ve bağlanma problemli Pippo'yla dolaşıp fotoğraf çektik falan. Bir ara amcanın teki bizi durdurdu, abuk subuk bir şeyler geveledi ağzında ama sonradan anladık ki karşısındaki şişko aşçı amca heykeliyle resim çektirin herkes öyle yapıyor, demeye çalışıyormuş meğer.Şeker adam.
Her neyse.
Bu arada bugün şeker komasına girmediysem hiçbir zaman girmem heralde. Akide şekeri koması hani, öyle böyle değil.
Ve de geçen gün, "Olmak ya da olmamak,işte bütün mesele bu" sözünün Shakespeare'e ait olduğunu yeni öğrenen birine tanık oldum, şaşırdım.Ama sevgili atalarımızın da dediği gibi tabii, bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp falan filan.
O değil de havalar çok güzel değil mi nan? Çok güzel. Keşke bundan sonra gelecek mevsim daha sıcak bir bahar ya da yaz olsaydı. Hadi olmadı kış olsun, ama en fazla kar yağsın, yağmur-çamur-ıslanmak-erimek vb. kıvamlar bana göre değil, kimseye göre de olmasın.
Ve son olarak, yoğun isteklerimize dayanamayan anneciğim bize pudra şekerli adını bilmediğim muhteşem bir tatlı yaparken şu an, ona olan sevgimi birkaç kat daha arttırıyorum, o bunu hak etti, bense pudra şekerli muhteşemi.
Ben onu yiyip, karnımı doyurup, belki canım isterse tekrar gelip bir şeyler çiziktirene kadar,
esen kalın.
Bu arada,
 BUCCA = YANAK
(latin usulü) (türk usulü)

10 Kasım 2010 Çarşamba

Sonsuz.

10 Kasım bugün.
Bazılarının göstermelik, günübirlik Atatürkçü geçindikleri gün. 
Hiç bir zaman unutmamamız gereken değerleri hatırladığımız, yılın nadir günlerinden biri.
Acaba şu anda,bugün en çok anılan mutlu mudur yerinde, ülkenin halini gördüğünde hani?
Eğer evet diyemiyorsak,
Suçu kendimiz yerine başkalarında arıyorsak, neden ve kimin sayesinde burada olduğumuzu anlayamamış, basit düşüncelerle ruhunu bütünleştiren bir koyun sürüsüne kapılmış gidiyoruzdur.
Eğer hala "Bir şeyler yapmak gerek" deyip hiçbir şey yapmıyorsak, şimdi zaman, bir şeyleri fark etme ve harekete geçme zamanıdır.
__________________________________________________________________________________
Bugün saat 09.05'te dışarıda bir siren sesi vardı. Balkona çıktım baktım, durmayan arabalara aklıma gelenleri saydırıp, duranları kendi içimde takdir ettim. Ve muhtemelen o sırada, Türkiye'de balkonda saygı duruşunda gözleri dolan nadir insanlardan biri ben oldum.
Gurur duyuyorum.



efenim?

Çamaşır makinemizin adı VILMA'ymış.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Tek kişilik sınıf

Zorunluluk demiş.
Neden? demişim.
Ses vermemiş, gülümsemiş.
Hala bilmiyorum demişim.
Yarını şimdi yaşa, anlarsın demiş.
Ama bugün de dün için yarındı demişim.
Ses vermemiş, şaşırmış.
Gülümsemişim.
Sadece hafızanda bir parça kırıntı olarak sonsuza kadar kalmak istiyorum demiş.
Ben hafızamdaki kırıntıları her gün süpürürüm ama, demişim.
O kadar basit değil dünya, demiş.
Fazla büyütmemek lazım demişim.
Romantizmin içine etmekte üstüne yok demiş.
Ben bu ve daha bir sürü konuda çok yetenekliyimdir demişim.
Mütevazilikte üstüne yok demiş.
Ben kendimi olduğum gibi kabul ettim demişim.Her gün süpürgemle hafıza sınıflarında dolaşır,romantizmin içine  de ederim.

6 Kasım 2010 Cumartesi

.ley.ley.ley

   Efenim blog yaz blog yaz dediler, yazdık(aslında demediler ama olsun).
Şimdi biz ergenleriz, fotoğraf çekeriz, güleriz eğleniriz değil mi?
Biz ayrıcaa, dersanedeki sınıf ayrımlarına hayır, hepimiz eşitiz diyoruz.
____________________________________________________
   Bir iki gün önce, sabahın erken saatlerinde Kadıköy sokaklarında boş boş gezerken, bir deli gördüm-ya da ona göre biz hepimiz birer deliydik ama...-. Böyle her deli-ya da akıllı- gibi salaş salaş uzun etek falan giyinmiş, saçına pembe bir kumaş parçası bağlamış, ayaklarını yere sürüyerek giderken beraberinde de içi boş bir kovayı sürüklüyodu. Merak ediyorum, başkalarına göre deli olmak nasıl bir şey olurdu? Bence hiç de fena olmazdı hani. İstediğini yaparsın, başkaları da sana deli der geçer, basit ve eğlenceli.
   Sonra ben bugün yine erken gidip dershaneden önce boncukçuya uğradım. Bu boncukçu lafı çok dandirikten kaçtı ama başka bir adları yok ki bu mekanların. Neyse güzel boncukçuklar aldıım. Sonra dershaneden çıktık bir de baktım ki sis yeryüzünü ele geçirmiş.
   Neyse sonra e-5ten giden tıntın'ıma bindim amaaa, bilmezdim ki bu kadar trafik de yolları ele geçirmiş.
   Saçmalama sınırları bugün zorlanacak dediler de inanmadık.
   İnsanlar neden yalan söylesin ki oysa?

4 Kasım 2010 Perşembe

Bir ergenin sorunsal sorusu

Biri bana,
okuduğum her kitapta  neden mutlaka ufacık da olsa bi parça cinsel içerik bulunduğunu açıklayabilir mi?
Hadi bakalım kolay gelsin.

2 Kasım 2010 Salı

Virgül

Belki bir gün mü dediler?
İnanmadık.
___________________
 Yılbaşı da gelmeye başlamış dediler, yoldaymış.Hani planlar, belki doğum günleri falan.
__________________________________________________________________
Canlanan ZENİT'ler, diyapoz ayarları,mercekler dolu günler.
______________________________________________
Sınavlar, sonuçlar, Almancacı , Matematikçinin yeni saçı.
___________________________________________
Tazelenmesi gereken ojeler,vücut dili bunalımları.
_____________________________________
Ve az önce de 1970lerden kopup gelen Zenitimin çalıştığını öğrendim mutlu oldum ha. Pippo'yla zenit-zenit takılırız artık.
_________________________________________________________________________________
Ayın ikinci günü kutlu olsun
Sevgiler.