31 Temmuz 2010 Cumartesi

bir parça dolunay,rüya ve azıcık ekmek kırıntısı olsun dünya.

*Hayat, kontrolüm altında olsun ya da olmasın, bir şekilde akıp gidiyordu ve ben de attığım her adımda bir başka hayat arıyordun kendime. her adımda başka bir ben bulup,alıp geri bırakıyordum. kabullenemediğim bir çaresizlik sarmıştı aslında benliğimi, bense gereksiz bir gizem arayışı içinde kaybolup gitmiştim. devrik cümlelerden örülü dört duvar arasında olduğumu düşünürlerdi beni tanıyanlar, boşlukta kaybolduğumu ya da. bana baktıklarında geçmiş zamanda kaybolmuş, çareyi gelecekte arayan birini görürlerdi, ya da ben aynaya bakınca görürdüm bunu.
Sonra düşünürdüm. Yürürken hani, ayakları her bir parça taşa basmaya çalışırken arnavut kaldırımlarda..kulağımda kulaklık en sevdiğim müzik yanımda yoldaşımken. en sevdiğim ojeler parmağımda, süslü bir göz boyama halinde. dünya denen yerdeydik hepimiz ya, bir şeylerle görevlendirilmiş askerlerdik. peki, adalet var mıydı burada? özgürlük, hep gerçekleştirilen istekler? sevdiklerimiz, bizi karşılıksız severler miydi hep? aşkı bulabilir miydik içimizde, küçük bir parçasını da olsa? yeryüzünde o kadar çok soru vardı ki cevaplanmayan, askerler izin gününe bile çıkamaz olmuştu artık, kader bu ya.
aslında bana sorsalar 'geleceğin askeri' koyardım rütbemi ve kimseyi almazdım komutam altına, zamanda yolculuk tek kişiyken bile yeterince zor olmalıydı çünkü. öyle görünüyordu.
baktım ki geleceği beğenmedim, geçmişe dönerdim ben de.
hani belki şimdiki gibi, rahat bir kanepede, içinde tanıdık gözyaşlarımı aradığım sıcak bir kahve ile.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder