31 Ekim 2010 Pazar

Tren-Öküz

Sabahın köründe kalkıp kendimi kurbanlık koyun gibi hissederek yüzdoksanbeş dakika oturmaya doğru yollandım ben bugün. Aslında çabuk geçti sayılır, ama yan etkileri baş ağrısı popo uyuşukluğu olarak gerçi döndü bana yine sağolsun.
Bugün dersane hayatımızdaki yeni bir gizemi çözdüm. Daha doğrusu eskiydi belki ama ben  bu çapraz ilişkiyi yeni çözdüm diyelim o zaman. Ama ne diyoruz? Çok da tın.
Saatleri de geri aldık dengem şaştı sanırım benim, kafamı zor taşıyorum, hadi bakalım hayırlısı.
Bu arada yıllardır INCEPTİON izlemeliyim diyorum, üşeniyorum ama, eski msn konuşmalarımı okurken birileriyle yaptığım, ordan bir alıntı çarptı gözüme fena da değilmiş hani dedim:

You're waiting for a train, a train that will take you far away. You know where's your hope, this train will take you, but you can't be sure. It doesn't matter - because we'll be together.

Hem ne demişler? Depresifliğin lüzumu yok(önceki yazıma bakmazsanız katılırsınız). Hayırlısı. Burda ne yazıyorsa o.O kadar.
Ben bazen sarhoş olup dağın tepesine çıkıp boğazımı yırtana kadar bağırmak istiyorum.
Unutmadan,
Cadılar bayramınız kutlu olsun.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Kasırga

Yine o şarkı geldi. Yine içlendim. Yine blog ortamına attım kendimi.
Bilmiyorum belki şu an sırf yazmış olmak için yazıyorum. Belki sadece yazdıkça şarkıyı başa alıp dinlemeyi istiyorum.
Tuhaf. Bazen böyle dakika geçiyor saat geçiyor gün geçiyor, insan da arada bir unuttum sanıyor sanırım.
Alakasız şeylerden bahsetmek okuyucu için  yorucu olsa da , yazar için bir anlam ifade etmiyor gibi.
---
Ve ilerledikçe taneler
Okyanus suyu soğumaya başlıyor gibi, hissediyorum.
İlk defa mı yeryüzünün sıkıcılığını atıyorum üstümden,
Yoksa ilk defa mı yüzüyorum?
Duyular yok sanırım orda,
Yüzünü düşünüyorum, en azından resimlerini,
Gözlerim karanlığa dalıyor ardından.
Sesini düşünüyorum,
Cümleler yapay, sesler duyulmuyor.
Bir parça suyun altında
Sanki elimi uzatsam sıcaklığın çarpıp işlemek üzere bedenime.
Ben,
Bu şarkıyı  her dinlediğimde seni düşünüyorum.
Sessizliğin ne anlam ifade ettiğini, yokluğun ne demek olduğunu,
Pişmanlığın tatlı acısını, anıların yankısını,
Varlığına duyduğum ihtiyacı anlıyorum.
'Bir daha...' ardından gelen olumsuz cümleleri kapatıyorum devrik duvarlar arasına,
Sadece ve sadece kış gelsin istiyorum.
İlk beyaz kar tanesi yeryüzüne düştüğünde,
Tek bir damla su okyanusla buluştuğunda ne kadar sevinirse,
Seninle kalabalık bir yolda karşılaşıp,
Yüzünü tanıyıp sana koşana kadar yanımdan geçişini sessizce bekleyip mutlu olmak istiyorum.
Sahi, ben çok şey mi istiyorum?
Öyleyse bir haber versen...
Ama veremezsin değil mi?
Olmayan bağlarımızı kuramayız.
Değil mi?

First Sensations-Turuncu

Bon Jovi geliyormuş dediler SekizTemmuzİkibinonbir'de dediler, sevindik. Yarın sınav var dedik, pırtladık. Turkcelle geçeceğiz dedik, geçtik. Cennet Bize Yardım Eder isimli şarkılar çaldı, umutlandık.
Yapacağız dedik, yaptık.
Sonuç olarak;
Işıklar yandı.
Telefonlar durdu.
Son balık(><(())>) çizildi.
Doğmamış bebeğe don biçildi.
Yıldızlar kaydı,eller tutuldu.
Kurallar çiğnendi.
Sakızlar da çiğnendi.
Kafalar karıştı, anlaşılamadı.
Blogger yavaşladı, sinirler gerildi.
Tekrar düzeldi.
Saatler geriye alınıyormuş dendi,gece yarısı beklendi.
En uzun cümle satırlarımızda can buldu.
Şarkılar ilham perisi, olaylar pencerenin perdesi, insanlar kül kedisi oldu.
En güzel deftere kaçamak bir bakış atıldı.
Biz nerde miyiz?
Dünyama hoşgeldiniz yabancılar.

29 Ekim 2010 Cuma

İsyan bayrağını çekmek

bkz:
- Ara Güler'in fotoğrafıydı o
-Ablam dedi ki; "aa güzel, e o zaman Ara Kafe'ye gidin".
- Evet! Olmalı bu iş. Ama yarın sınav var muhabbetine yatabilir bu iş
-Evet doğru bildin.
-Yaa!
-şşş. Uslu çocuk ol bakiyim.
-Yani bilirim anlamında şeettim been.
-Ay pardon o zaman. ben isyan bayrağını çektin sandım.
                 ---
-Annem okey oynayalım dedi.
Ablam şaka mı yapıyosunuz tam vizelere çalıştığım zamanı mı buldunuz dedi, güldü.
Annem ablam gidince acaba üçlü mü oynasak? dedi.
Babam ablamın aklı kalır dedi ve hemen ardından ekledi,
Ama sen kağıt kalem al gel isim-şehir oynayalım.
                 ---

Bakınız.

Neden 2034?

wtf

Dünyanın iki yüzü olsaydı biri güneşe diğeri de aya mı bakardı?
Yeni alıp okumaya başladığım kitabımın 309. sayfasının sağ alt köşesinde bir parça yırtık buldum ve dna testi yaptırıp onu kimin yırttığını bulmak istiyorum. Eğer ben çıkarsam dna'ların yalan söylediğini inkar etmeyiz.
"Ölüm bir ninni fısıldıyor" adlı bir şarkı gördüm listemde ve hiç dinlemediğimi farkettim. Bu aralar bana bir Harry Potter aşkı geldi, yakında yeni çıkacak olan filmi de merak etmekteyim hani.
Pippo dediki Zenit'ine kavuşmak için internetten bir adım atmış, umarız bi bokluk çıkmaz. Ben de diyorum ki birilerini ikna etsem de benim Zenit'imi de tamire götürsek hayata döndürsek falan. Burdan kendilerine acil şifalar diliyoruz.
Son olarak,
Burdan sizlere *In the Wake of Poseidon* adlı parçayı armağan ediyor, ardından bir temennimi dile getiriyorum:
Ben aslında her şeyi olduğu gibi bırakıp tatile gitmek istiyorum.

Ağlamak.

Bugün tek cümlelerin günü olsun.
Bir de gökyüzü arada bir kurusa hiç de fena olmaz.
En azından biraz da bizim durmamız için.
Çok şey mi istiyoruz?

27 Ekim 2010 Çarşamba

AdamAsmaca, seniseviyorum.

..."Bazıları, yokluk içinde boğulmamaya çalışırlarken, bazılarıysa kaybolmak için varlık peşinde koşarlar." demiş şair.
   Hayır dememiş. Ben dedim gitti ama. Bugün, bu ekzantrik girişten de anladığınız üzre, ruh halim -lere düşmemiş durumda, bu iyi bişey. Hastalığımsa günden güne ruhumla bütünleşmekte farkediyorum ve biraz korkutucu olsa da baş ağrsıı dışında şikayetim yok, hapşurmayı seviyorum.
   Yarın okullar da yarım günmüş dediler zamanında, sevindik ve anında gitmemeye karar verdik tabi. Tüm gün yatıp C vitamini yüklemesi yapıp kitap okurum heralde. Aa film de izlerim bi güzel ooh.
   Bu arada, az önce de eski kamera görüntülerini seyrettim. Benim böyle doğumumdan itibaren kameraya çekmişler hep-özellikle babam- arada sıkılıp oturuyorum 'ben bi küçük ben'i izleyeyim ya!' diyorum ve açıyorum. Ama cidden çok güzel bir şey ayıptır söylemesi. Hepinize tavsiye ederim diyecektim ama, yaş yetmiş iş bitmiş de demek istemiyorum ardından. Üzülmeyin ama.
Şimdi ordan bi 5 yaşındaki ben'in resmini paylaşayım da,öyle sevineyim kendi çapımda( bu arada Beatles'dan So Happy Together armağan ediyorum sizlere, kusura bakmayın link atamıyorum sorun oluyo ve Pippo'dan özentilik olmasın kulaklarımız çekilmesin. Şaka. o benim kulaklarımı çekmez ki. değil mi?)
Amaan. Bu işte. pek de net  değil ama artık idare edin siz bi zahmet. (şimdi de Im yours adlı parça). Resimden çok, resimdeki olay önemli asıl. Ben ne mi yapıyorum? Elimde annemden çaldığım bir parça hamurla mantı açıyorum, evet. Elimdeki de ne mi? Oklava tabii ayıpsınız.
Bugün bir de annem eski hatıra defterimi bulmuş. Eskiden bir de hatıra defteri vardı yahu.Şimdi geçmişe bakınca enteresan geliyor böyle şeyler ama iyi ki varmış bence, ne güzel okuyup eğleniyoruz çocukluğumuzla, gülüyoruz falan.Hoş şeyler bunlar.
Şu anda ne mi yapıyorum? Mandalina yiyorum. Biz mandalinayı severiz ama ilerleyen kış aylarında bundan bıkıp çilek peşinde koşacağız.
O zamana kadar siz esen kalırkeni ben de belki iyileşirim.
ÖNEMLİ NOT: Burdan bir zamanlar sesimizi duymayan NEB'e sesleniyoruz. Ama kabalıkla. Çünkü o bunu haketti. Ama yine de, derste yediği elmalara gülerken birileriyle, dönüp uyuz uyuz bakmamak için de zor tutuyoruz kendimizi. Kıskançlık kızların hamurunda var evet doğru bildiniz. Gün gelecek, bu laflar bloglardan değil asık suratlardan okunacak ama, o gün bu yüzyılda mı bilmem.

O zamana kadar siz esen kalırkeni ben de belki iyileşirim...

25 Ekim 2010 Pazartesi

Ü.S.Y.E.

  Evet sayın seyirciler. Başlığımın da sizlere ipucu verdiği üzre, üşütme, burun akıntısı, arada öksürme şikayetleriyle dolu birkaç gün önümde uzanmış, tarafımdan lanetlenmeyi bekliyor.Ama napıyoruz tabi? Amaaaan pırt diyoruz. Zaten ben arada böyle hasta olmayı severim bana çok acı çektirmediği sürece, biraz naz yapmak her zaman zevkli oluyo çünkü, fazlası değil.
  Bazen böyle durunca çok takıntılı hissediyorum kendimi. Mesela eski yazılarımda yoktu pek ama burda bi paragraf oluşturup onları belli ediyorum falan. Arada geliyorlar bence. Sizin de var mı böyle takıntılarınız? Vardır vardır. Mesela yazı yazmaya başlarsam-ne türden olursa olsun-sevdiğim bir müzik olmalı fonda ki ilham perileri yanıma daha sık uğrayabilsin. Ya da arada böyle şimdiki gibi hasta olunca ufaktan da olsa, sanki içten içe beni kemiren başka bi hastalık var da bu onun gölgesi sadece gibi hissediyorum. Bu pippo'da da var ama bende ağırlıklı sanırım. Ama öyle paranoyaklık boyutunda da değil, sadece arada bi düşünme.
  Aa. Bir de şey var. Mesela dışarda bi yerde bir şeyler aldım sonra cüzdanı attım çantaya, sonradan birkaç kere daha kontrol ederim hani attım mı yoksa atmadım mı, attım da çalındı ve bağırmaya başlamalı mıyım diye.Tuhaf ama ben kendimi böyle kabul ettim ve edenler de.
   Şu anda okumam gereken iki kitap var bir de. İlk önce aldığım "İki Esir" ve dün aldığım "Küçük Arı". Bakalım nasıl çıkacaklar. Aslında ben kitap almayı çok severim yani böyle bir kitapçıya giderim saatlerce orda durup kitaplara bakabilirim. Ama alınca böyle büyük heveslerle, sonradan da beğenmezsem çok üzülürüm. O yüzden ne yaparsam yapayım bi kitabı aldıktan sonra önyargıyla yaklaşmamalısın C. derim kendi kendime.
   İsmimle ilgili ilk ipucunu da verdim he. Hadi yine iyisiniz.
   Neyse bugünlük de bu kadar olsun o zaman. Heralde yakın zamanda bir ara gelip yine buralara uğrarım ben. O zamana kadar elektrikli battaniyemle ısıtılan sıcak yatağıma girip, onun soğumasını bekleyerek uykuya dalarım önce. Hani benim için kuzuları saymaktan daha iyi oluyo bu + hayal kurmak. Sonra yarın uyanırım ve okula giderim falan filan. Bu böyle besin zinciri misali devam eder bkz: biyolojiyi seviyoruz.
Günlerden bir gün, 'Fazla saçmalamak yasak!' demişler, ve idama çarptırılmışım o gün.
NOT: virgülden sonra 've' yazılmıyo demişler, Yine idam edilmişim.bu sefer ama kimse istememiş idamı izlemeyi. Bi tek ben ve cellat varmışız kanka olmuşuz bundan sonra hasılatı kırışacakmışız falan.
iyigecelersayınsivrizekatürkmilleti.

24 Ekim 2010 Pazar

saliseler silsilesi.

Heh.  Şimdi ben durdum durdum düşündüm bak aklıma ne geldi.
Ben eskiden banyomu tek yapabilecek kadar büyük, ama perdelerden korkabilecek kadar da küçüktüm he. Böyle sanki arkadan biri pörtleyivercekmiş gibi gelirdi.
Bi de özel isteğimle bilenlere bir şey sormak isterim burdan. Şu her evde mutlaka bulunan YEDİ FİL'in olayı nedir? az önce odama giderkene birini devirdim de aklıma geldi ne olduğunu bilmiyorum ama yıllardır burdalar dedim.Kınadım kendimi bi an.
Şu ansa, Always adlı hoş parçayı dinlemekteyim haberiniz olsun. Ama eski anıları yoktur belki sizde. Varmış gibi dinleyin artık göz pınarlarınız canlansın haydi eller.
Aslında sevgili blog'umda , bugünkü derbiye değinmek istemezdim ama can alıcı hayat şartları beni buna zorluyor azizim. Kadıköyden dönmek bir eziyete dönmesin sloganlarıyla bi saat otobüs beklemeyi protesto ediyorum. Ama ne hoş ki bu sırada yanımda Pip'po, ağzımda lolipop, kolumda Frank Sinatra plakı ve yeni kitabım vardı ki can sıkıntımı öldürdüler sağolsunlar.
Eh o zaman benden bu kadar saygıdeğer gençler. Kendinize itinalı davranın he.
NOT: Yeni bi haftanın başlamasına saatler kala, canınız bir şeylere lanet etmek istiyosa aman diyim. Edin ama bari zararsız evcilimsi olun he. benim için.Ve günün tarafımdan düzenlenmiş ve anında şu an sıcak sıcak yayınlanan özlüsözü:

Hayat suda başladı derler.
Peki ya buzlar? mı diyecektiniz?
E onlar da donmadan önce suydular.
Havalar ısınınca yine su olurlarki.

ben bazen saçmalarım .saygılar.

23 Ekim 2010 Cumartesi

Sadece bakmak,görmek bile değil.

Bu dünya belki tek başına yürünen yollarla dolu.
Belki, uçamayan melekler var etrafta.
Belki konuşulur, belki duyulmazlar.
Buralarda bir yerlerde
Sonbaharın öldürdüğü topraklar var ayaklarımızın altında
Ve sonbaharın doğurduğu bir kış ufukta bir yerlerde.
Değişen giysiler,
Değişen hisleri getiriyor ardından, ruhları da.
İlham perileri arada bir uğruyor belki,
Belki uğramadan geçiyor ve sanat
Başı sonu belli olmayan bir zaman diliminde donuyor şimdilik.
Dışarıda kocaman bir ay,
Güneşi kıskanıp yerini almaya çalışırken buluyor kendini,
Utanıyor ama kızarmıyor neyse ki,
Gece soğuk,sessiz dünyanın bu taraflarında,
Karanlık hepimizi içine çekiyor biz bekler veya beklemezken,
Karanlık
İçimizde ufaktan bir karıncalanma, belki bir parça ürperti olup ulaşıyor benliğimize.
Güven var mı anlayamıyoruz
Karanlıkta önümüzü görmekte zorlanıyor gibiyiz gündüzlerde de,
Fark yok bizim için
Günün yirmi dört saati var deniyor ama,
Biz aynı saati yirmi dört kere yaşıyor gibiyiz sanki.
Aslında,
Uzaktan bir yerlerden gelen zayıf bir ıslık var kulaklarımızda çınlayan,
Devrik cümlelerin vücudumuzda açtığı yaralar gibi hissediyoruz onu,
Bazen gidiyor ve arada yine geliyor.
Hatırlamak için vaktimiz yok diyoruz.
İnanmaya zaman bulamıyoruz.
Biz belki öyle şeyleriz ki,
Gelmeyecek mevsimleri bekliyoruz hep.
Oysa her şeye bir çocuğun gözünden bakmak istiyoruz,
Yapabilenler az.
Yapabilenler şimdi doktor gözetimindeler belki,
Ya da bir yerlerde birileriyle saklambaca dalmışlar.
Rüyalar alemi elle tutulacak kadar yakın görünüyorken bir parça ay ışığında
Şimdi,
Romantizmi bahane ederek başımızı eğiyoruz.
Bizi bekleyen birileri olduğuna inanıyoruz aslında.
Hani dünya'da,
İskoçya taraflarında bir yerlerde belki..

22 Ekim 2010 Cuma

bazen bana ilgi gösterilsin istiyorum.

Biz bazen bir sürü duygusal müzik indirip eski sevgiliyle konuşup bunalım havasına gireriz.
Sonra M.J. anıp COMETOGETHER dinleyip eğleniriz.
-Bol Moonwalk'lu selamım olsun burdan-
Rahmetli.

pippolandık.

obirkutukarıştırmameraklısıdır



bu da ders çalıştığımızın kanıtı olsuun.

bu da günün özeti olarak ben ama beni anlamasanız da olur.

21 Ekim 2010 Perşembe

Çağrı*

-Hey Neb. Ben Henna. sesimi duy bana cevap ver.
-Hey İkizler. Ben Marion. sesimi duyun ama biriniz cevap verin bana.
...
Ve artık Henna-ya da Marion- kendini bir trenin son vagonu gibi hissetmeyi bırakır.
O nasıl oluyorsa artık.

Şapşal Arkadaşla Paylaşılan Bütünün Bir Parçası"

Biz her zaman bir arkadaş aradık kendimize. Bazen bulduk mutlu olduk, bazen yorulduk lanet okuduk ama, biz bu hayatta çok şey paylaştık.
Hayatımızda gelip geçen martılar vardı, okulu kırmak isteyen haylaz arkadaşın diğerini ikna etmeleri vardı.Yazılar vardı verilmiş sözler,-klasik ama- paylaşılan acılar vardı.
Paylaşılan ve unutulmayan çok şey vardı-olacaktı-.
Biz dostluğun tanımını birlikte düşerek, birlikte ayağa kalkarak öğrendik.
Bazen sonuna kadar uyuşan zevkler, bazense uçurumlar kadar fark vardı belki, görmezden gelip kabullenebildik birbirimizi, imkansızı yarattık.
birbirine anlatılıp bir alınan sınavlar vardı hayatımızda, biz kendimizi birlere rağmen çok sevmiştik.
Artık -yeni yeni- yazılan mektuplar vardı.
Kırmızı defter ve sonra defterler, -sanal ve yan sınıf- hayranlıkları vardı.
Birlikte kurulan tatil hayalleri-belki gerçekleşmeyecek belki de geri sayımı başlamış olan-,
Yapılacak ve yapılmış bir liste dolusu şeyi olan iki insandık biz.
Belki çok farklı dünyalardandık belki değildik, takmıyorduk, biz birbirimizi anlayabildiğimize göre hala bir sorun yoktu(arada anlayamasak da bu yirmi dört saat bile devam etmeye dayanamazdı).
Biz -çok uzak olmasa da- bir geçmişte tanışan, şimdi dost olan ve gelecekte de hep böyle kalacak olan iki insandık.
Birbirimizi tanır, sürekli kavga eder ve barışırdık.
Gün gelip de tüm sevilenlerin gittiği gibi ayrılacağımızı bilsek de, o günün yarın ya da yakın olduğunu bilsek de anı yaşardık biz.
Yaşıyoruz da.
Ve hep de yaşarız heralde.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Görünmezlik Pelerini(bang bang)

Günlerden bir gün
Dünyadaki sayısız canlıdan biri olan ben,
Susadım.
Öyle susadım ki sanki her damla su birer damla nimetmiş gibi şükran duydum birilerine.
Öyleydi.
Sanki her yerde göller vardı şelaleler,ırmaklar.
Denizler yoktu-tuzluydular, dilimi yakar canımı acıtırdılar-.
Bir çöl misaliydi her yer, her şey kuruydu.
Bitti dedim, hayat da sınırlandırılmış yuvalar gibiydi, belirli bi kapasitesi vardı ve kotayı geçen elenirdi.
Sonra hiçbir şey hissetmedim, ne bir kuruluk ne bir açlık.Hiçbir şey.
Tek ses duydum kulaklarımda,
'Su sen ol.'
Bilincim yoktu ortalarda, en son bir iki gün önce yol üstünde karşılaşmıştık ve bi daha da onu gören olmamıştı ama geri gelmiş gibiydi şimdi.
Su sen ol.
O an anladım ki yapmam gereken tek şey farketmekti.
Sonra pelerinimi çıkarttım ve yere serdim, oturdum.
Her geçen dakika acımın dindiğini hissettim, serinleyen havayı, bulutlanan gökyüzünü seyrettim ve fırtınadan önceki sessizliğin bana anlattıklarını dinledim.
Duyularımın ne kadar uzun bir süredir işlemediğini de anladım böylece.
Efendi Güneş,yerini Sağkolu bulut sürülerine bıraktı ve onlar da bizim için küçük damlalar halinde yeryüzünde yok olmayı göze aldılar.
Artık su, damarlarımızda akan kan kadar bizdendi, biliyorduk.
Ve söylenecek tek bir cümle vardı artık:
Varlığın pelerini içinde kaybolmak güzeldi.

17 Ekim 2010 Pazar

önce msn2011'in indirildiğini öğrenip mutlu olmak,sonra silinmesi, sonra eski sürümün indirilmesiyle face-chat 'ten kurtulmanın verdiği bahtiyarlık gibiydi bana bir çift ikizin yaşattığı galiba.

Size bişey söyliyim mi sevgili izleyicilerim? banyodan banyoya taranan saçlar, dönüp dolaşıp kör düğüm olurlar.Haberiniz olsun diye şeettim. V onlar, uzun süre kurutulmazlarsa baş ağrıtırlar.
Günlerden bir gün, vurulduğunuz sevdadan vazgeçer ve ondan bana yar olmaz derseniz, EkşimişPudra'nın dediği gibi 'ben istedim bir göz, allah verdi iki göz' durumunu yaşayabilirsiniz her an, aman dikkat. Lafı uzatmaya da gerek yok aslında, eğer sevdiğiniz kişi eyfel'in tepesinde, sizse köklerinden ona bakıyorsanız-ya da tam tersiyse- üzülmeyin.Siz hala birbirinizi gördüğünüze göre sorun yok demektir.
-Bu yazı çok öğüt dolu olmadı mı?-

15 Ekim 2010 Cuma

GELECEK POSTASI

Bir zamanlar Harry Potter adlı şeker mi şeker bir çocuğun büyü maceralarını anlatan bir kitap vardı.Hala da var neyse. İşte onda "GELECEK POSTASI" diye bir gazete de vardı hani resimler hareketli flan.tamam bu kısım SEVGİLİ DÜNYAMIZ'da imkansz olabilir ama gelecek postası ismini kullanmak hiç de imkansız değil bence. E kullandık gitti o zaman.
Şimdi...GELECEK POSTASI'nın asıl amacına gelecek olursaak, burdan sevgili Ekşimiş Pudraya teşekkürlerimi sunarım1. Reklamımı da yapmış hani saolsun varolsun.
2.E o yaptıysa ben niye reklam yapmıyım ki diiiimi ama?
3. AYIN ÖNEMLİ OLAYI: Turkcelllinin gücü Turkcellin çekim gücü kampanyasına artık destek verebilen biri olarak, evet bunun tüm dünyada tarihe geçmesini istedim ben, ve Pudra'cığım da bana destek oldu saolsun.
4. ayrıca bu AYIN ÖNEMLİ OLAYI'nın olduğu gün aynı zamanda hepimizin bildiği ya da en azından bilmesi gereken ya da en azından şimdi öğrenmeniz gereken bir gündü. Yani: International Suit Up Day(Barney Stinson'u sever başarılarının devamını dileriz tabi.) Aslında tabi taşıdığı başka anlamlar da olabilir ONÜÇEYLÜLİKİBİNON'un da ama... burda bahsetmenin lüzumu yok.
.(ÖNEMLİ NOT: mektuplar arasında eğer uzak mesafeler varsa, iletişim kopukluğu 1hafta olabilir ama, bir üfürük kadar yakınsa böyle çok beklemeye de gerek yok. baskı yok ama içinizden daha sık sık sık sık yazma isteği gelirse biz EVCİNLERİ  de pekala mutlu olabilir bence><(())>  )
O zaman Pudra dışında yarın sabah kıçını yataktan erken kaldırıp dershanelere gitmesi gereken bi kişi daha türedi bu blog aleminde. Kutlu, huzurlu ve mutlu olsun hepimize.
İyi geceler blogger efendiler.
-GelecekPostası bildirdi.-

Gün-lük

Şey.
Bitmeyen yetersizlikler içinde belki bir iki kişiydi seslerini duyuran.
Duyulanların sayısıysa meçhuldü ama,
Biz hala uzun koridorlarda sarhoş sarhoş geziniyorduk,
Koridor karanlık ve tozluydu da.
Ah, bir de unutulamayan kediler vardı.
Onlar melankolikti, gözleri daima bir şeyleri savunur gibiydi ve
İsyanları vardı(ben de kedileri hiç sevmezdim,haberleri olsun).
Hotel California mıydı burası?
Bir sene bekleyip kavuşamayan sevgililerin ölü ruhlarının sonsuza kadar birlikte olmasına sahne oluyordu ya.
Bir zaman vardı bir yerlerde saklanmış,
Sarmaşıklarla bezenmiş minik şirin evler gibiydi.
Sevdikleriniz, onların içindeki yaşlanmakta olan bedenler,
Sevmedikleriniz, eve dışardan bakan yabancılardı.
Aslında dünya aykırıydı.
Yazılar uzadıkça sıkardı, bilirdik
Ve kısa keserdik.
Kıssadan hisse yani.

14 Ekim 2010 Perşembe

Bildiri

Kirpiklerimin gölgesi azalmaya başlıyordu hafiften ve hayatın sesi gittikçe daha duyulmaz oluyordu.
Bedenler de en az ruhlar kadar yorgundu.
Bu dünya öyle bir yerdi  ki,
Yeryüzü ve gökyüzü hep mavinin tonlarına sahipti.
İlginçti tabii.

10 Ekim 2010 Pazar

Aaay.

Ben hiç bir zaman öyle duygusal yazılardan hoşlanan biri olmadım aslında.
Sadece bir şeyler vardı içimde kıpırdayan
Ve arada bir onları yazmaktı derdim.Sadece yazmak, o kadar.
Hiç bi zaman göründüğümden daha büyük bi insan olmadım ama,
Bazen beni olduğum küçük görenler olursa da kendimi belli ederdim.
Ben gün gelip de rüyamda gördüğüm bi insana aşık olabileceğimi de düşünmezdim aslında.
Belki aşık da değildim ama, o her bana bakışında doğan bi umut, bi saniye sonra bakışını kaydırdığında ölen bi hayale dönüşürdü, en derinimde hissederdim.
Hiç bi zaman hayallere inanmak istemedim, çünkü bilirdim ki onlar da beni avlamak isteyen bir yığın vahşi canlı gibiydi ıssız bi ormanda,
Ben çığlık atardım ama beni anlayan bir tek nefesimden uzaklaşan sisler olurdu.
Ben her seferinde,
Yeni bir yakarışla geçerdim onların arasından ve hiç bir rüzgar sesimi onun yanına taşıyacak kadar güçlü olmazdı.
Ben bir zamanlar hayallere inanabilecek kadar küçüktüm ama, büyüdüğümü hissetmek isterdim iliklerime kadar.
Hayat benim için fazla zor derdim hep, yetersizlikler mi vardı benliğimde? Sorunlar mı? Her zaman cevapsız sorularım vardı benim, evet.
Aslında mutlu olmanın sadece bi adım ötede olduğunu görürdük belki hepimiz ama, onu görünce arkamıza dönerdik, ben de.
Ben, herkes gibi farkedilmek isterdim.İnsanlar isterdim etrafımda, gülebileceğim ya da her ruhumu onlarda bulabileceğim bir dünya.
Düşünmek bedavaydı ama yaşamak son derece pahalıydı.
Bazen bi çöp adaml olurdum,
Ay'a bağdaş kurup otururdum geceleri.
Yıldızları saymaksa en büyük keyfim ve varoluş nedenimdi sanki.
Ben, öyle bi çöp adamdım ki, her zaman dünyadaydım ama her zaman dünyanın dışını yaşardım.
Belki benim hayalgücüm,
Bir çöp adamınkinden fazlaca yükseklerde bir yerlerde uçuyordu,
Belki ben kendimi çöp adam kadar basit ve gereksiz buluyordum ama,
Ben hala yıldızları sayabildiğime göre sorun yoktu.
Ben hayatı geçmiş zamanda sevdim aslında.
Bağlaçlarla gülüp eğlendim, devrik cümlelerle yattım.
Ben utanmak nedir bilmeyen bir çöp adamdım, yanaklarım yoktu kızaramazdım.
Ben sürekli tatlı ve şekr yiyen bir çöp adamdım ama, çizgi kadar zayıftım hep.
Hiç bi zaman bir yarış atı olmadım, en azından ben öyle sandım kendimi.
Aslında ben hep zıplardım, sekerdim veya koşardım el sallardım.
El sallardım ben herkese.
Şimdi'ye ve geleceğime de dahil olmak üzere.
Çünkü ben, geleceğin yaşanmaz(geri dönmeyecek bir yolcu), şimdininse vazgeçilmez(bir dost mesela) olduğunu bilirdim.
Ve dil de çıkarırdım muzip çocuk olup,
Çünkü yıldızları ve Ayı severdim.
Ve cevizi de.
Ve tarçını da.
Ve çilekli turtayı da.
Çünkü ben gayet basit bir çöp adamdım.
Ve sanırım hala da öyleyim.
                                                                                                          C.O.

3 Ekim 2010 Pazar

Ama olmuyor ki!

Aslında sadece başlık adı bize güzel geldi yoksa içimizde pek bi yazma isteği yoktu gibi bi'şey. Biz diyorum çünkü bugün sevgili pip'ponun evisine geldik ve kahve içtik yemek yedik tıkındık vs. o kadar. bi de iki saat kendi bloğunun reklamını yaptırttırtırdı bana haberiniz olsun o daha yeni buralarda. sadece içinde küçk bi umut var Marion'un blogunda takılalım mutlu olalım blogum öğrenilsin diye. şimdi fotoğraf çekimlerine başlıyoruz haberiniz olsun. belki bi gün paylaşırız ama şimdi değil malesef. hadi esen kalıın.

1 Ekim 2010 Cuma

S-C-O-R-P-İ-O-N-S

Tomorrow the day of SCORPİONS!
Ya o diil çok efsane olcak hissediyorum! Aslında bilmediğim bi yığın şarkıları da var ama adamlar iyi ya, hiç birini bilmesem eşlik edemesem de ayrı bi zevk o. Aslında birsürü birsürü birsürü şey yazmak ister insan ama yazamaz.
Ben de öyleyim. Yarın konserden gelip hepsini yazmak istiyorum evet.
o zaman iyi geceler dünya.